Translate

CANIM ANNEME


ÇOK ÖZLÜYORUM AMA YOKSUN


Dünyadaki en değerli varlığımdın. Değerini ne kadar bildim, bilemiyorum. Gerçi hep bana “ bu dünyada en memnum olduğum insan, beni en az üzen insan, sensin” derdin. Ama ben yine de emin olamıyorum. Kendimi hep suçluyorum. Üstelik kendimi suçlu gördüğüm olayları sana da soramıyorum. Çünkü yoksun. Çok uzaklardasın. Sana sesimi duyuramıyorum. Sesleniyorum, sesleniyorum fakat yanıt alamıyorum. Gözlerimi kapatıyorum, seni hayal ediyorum sonra dokunmak için ellerimi uzatıyorum ama tutamıyorum. Sensiz olmanın, senden çok uzaklarda olmanın ne kadar zor olduğunu acaba sen de hissediyor musun? Merak ediyorum. Biliyor musun, her sabah yeni güne uyanırken, “yok işte yok, oysa nasıl özledim” diye kalkıyorum yatağımdan. Sonra diyorum ki, “bu gece de rüyamda göremedim, bir kez sarılıp, öpemedim.” İki yıldır aynı düşünce ve duyguyla yeni güne uyanmak ne kadar zor, bilmem tahmin edebiliyor musun?

Evet, tam iki yıl oldu sen beni bırakıp gideli. Hem de doğru düzgün bir veda bile etmeden. Ama işte insan bilemiyor ki böyle bir ayrılığın ne zaman yaşanacağını. Aslında senin de suçun yok. Çok ani oldu. Gidişinin bu kadar çabuk olacağını bilseydin söylerdin bana. Uzun uzun vedalaşırdık. Sana son bir kez sarılıp doyasıya öperdim. Son bir şeyler daha konuşurduk. Sorardım sana, “bana verdiğin eşsiz sevgine, sonsuz hoşgörüne, muhteşem anlayışına layık olabildim mi” diye? Ama soramadım, “güle güle git, seni çok seviyorum, yanına gelene kadar hep yüreğimde ve aklımda olacaksın” bile diyemedim. O kadar zor ki, başım sıkıştığında seninle oturup konuşamamak. Çözemediğim sorunlarım için gelip sana danışamamak. “Ne olur bana yardım et, bir akıl ver” diyememek.

Biliyor musun, ilk zamanlar elim hep telefona gidiyordu, seni aramak için? Ya da “bu güzel olayı ona da haber vereyim” diyordum. Sonra hemen aklım başıma geliyordu. Nasıl arayacak, nasıl söyleyecektim? Gittiğin yerde telefon yoktu ki. Seni düşünmediğim, özlemediğim, acını içimde hissetmediğim bir anım olmadı. İlk 7–8 ay gece gündüz, yolda, arabada, işte, evde hep ağladım. Sonra gözlerimdeki yaşlar kurudu. Daha az ağlar oldum ama acım artarak büyüdü. Ulaşamamak, dokunamamak, konuşamamak, bitmeyen bir hasretle özlemek o kadar zor ki. Ani gidişine alışmasına alıştım da içimde ki acıya, büyüyen özlemine söz geçiremiyorum. Oysa hep, “bir gün beni bırakır giderse ben ne yaparım” diye düşünürdüm. Kendimce taktikler bulmaya çalışırdım, bu ayrılığı kolaylaştıracak. Sonra hemen bu düşünceyi aklımdan kovar, “hayır daha vakit var, düşünme bunları” derdim. Sanki hiç gitmeyeceksin gibi gelirdi bana. Öyle ya, kaç yaşında olursam olayım ben senin küçücük kızındım. İnsan hiç küçük kızını bırakır da ansızın gider miydi? İşte böyle avuturdum kendimi. İçimi rahatlatır, düşünmemeye çalışırdım.

Ama yaşam gerçeği farklı. O hiç gelmesini istemediğin zorunlu ayrılık bir bakıyorsun kapının önünde belirivermiş. Tıpkı o kara günün sabahındaki gibi. Sen hazırlıklı mısın, değil misin sormuyor bile. Canım annem, nerden bilecektim o hastane odasında geçirdiğimiz 4–5 günün son günlerimiz olduğunu? Nerden bilecektim seni o hastane odasına yatırmadan önce evimde uyuduğun gecenin son gece olacağını, sabahında beni radyoda dinlerken, son kez dinleyip “bülbül sesli kızım benim Allah seni nazarlardan korusun” diyeceğini? Nerden bilecektim, gidişinden bir gece önce gördüğüm rüyanın gerçekleşeceğini? Bilsem, o son geceyi senden ayrı geçirir miydim? Oysa o akşam nasıl zor ayrılmıştım yanından. Beni sen gönderdin, “yarın sabah yayına gideceksin güzel kızım şimdi git, bak baban burada, yarın programdan sonra yine gelirsin, işinin kıymetini bil” dedin. Ama o sabah program yapmamın bana kısmet olmayacağını nerden bilecektin ki? Yanından ayrıldıktan 5–6 saat sonra bilincini kaybedip çok kötüleşeceğini nerden bilecektin? Sonra babamın beni korumak adına, göreceklerime dayanamayacağım için, defalarca ettiğim telefonlarda “şimdi daha iyi kızım ben yanındayım korkma” deyip, sabah da gelip beni alarak sana getireceğini nerden bilecektin? İkimiz de bilemedik canım anneciğim, gideceğini ikimizde bilemedik.

En çok neye yanıyorum biliyor musun? O sabah, yattığın odanın kapısında bir saat boyunca bekleyip, son nefesini verirken beni içeriye almamalarına yanıyorum. Biliyorum, sen gitmek için sanki beni beklemiştin. Ben ordaydım ama aramızda bir kapı vardı. Kapının ardında sen önündeyse ben. Bazen aralık kalan kapıdan içeri bakmak, hızlı hızlı aldığın solukları görmek nasıl korkunçtu anlatamam. Bu durumda bile hala iyileşeceğine inanıyordum. Ölümü aklıma getirmiyordum. “Bitecek şimdi acısı, iyileşecek, bana dönecek” diyordum. Ama dönmedin, vedalaşamadan gittin anne. Beni böyle öksüz bırakıp gittin. Çok ağladım, çok yandım, çok sıktım kendimi ama hiç bağırmadım. Çünkü senin gibi zarif, kibar, narin bir insanın arkasından haykırmak, bağırıp çağırmak yakışmazdı. Ama sanma ki tek başıma kaldığım zamanlarda krizlere girmediğimi.

Çok zor oldu ilk bir yıl. Çok sancılı çok acılı geçti. Çünkü yokluğuna alışamadım. Canım annem sen gideli şimdi iki yıl oldu ama ben yokluğuna yine alışamadım. Bu yazıyı daha önce yazmak istemiş ama yapamamıştım. Kısmet bu güneymiş. Yokluğunun ikinci yıl dönümüne. Bu satırları yazmak gerçekten zor. İçim kan ağlıyor. Hem yazmak hem yarıda bırakmak istiyorum. Sonra kendime, “annen için yazmak zorundasın, dök artık içindekileri” diyorum ve yazıyorum. Sen gittiğinden beri, elinden en çok sevdiği oyuncağı alınmış küçük bir çocuk gibiyim. Hiçbir şey eskisi gibi canımı yakmıyor. İçimde tek bir acı var o da yokluğun. Ne zaman bir anneyle kızını yan yana görsem isyan edesim geliyor. Bakmaya bile katlanamıyorum.

Bana zamanla bu acının azalacağını, alışacağımı söylediler. Fakat dedikleri gibi olmadı. Çünkü yokluğunun getirdiği özlem git gide büyüdü. Doğruyu söylemek gerekirse bir şeye alıştım. Senin acınla yaşamaya alıştım. Şimdi beni en mutlu eden şey sık sık kabrine gelmek. Bir bilsen nasıl hazırlanıyorum sana gelirken. Senin parfümünü sürüyorum sanki kokuyu duyacakmışsın gibi. Sonra sana ait bir eşya oluyor üzerimde belki görürsün diye. Ruhlar en çok kabirlerinin başında olurlarmış diye okumuştum bir yerlerde. İşte bu yüzden sana gelirken, senden bir şeyler olsun istiyorum üzerimde. Seninle konuşacaklarımı önceden hazırlıyorum ve bir bir anlatıyorum sana. Uzun dualar ediyorum kabrinde. Ardından hıçkırarak ağlıyorum. Sonunda da hep şunu söylüyorum, “Bilemedim anneciğim ben senin değerini bilemedim. Sen bana Allah’ın en büyük lütfuydun ama ben bunu bilemedim”. Sen bana, ne kadar iyi evlat olduğumu söylesen de, ben senin değerini yeterince bilemedim. Hayatımın hiçbir dönemini senden uzak geçirmemem gerekirdi ama ben bunu beceremedim. Şimdi senden ayrı geçen her günüme lanet ediyorum. O yüzden tüm arkadaşlarıma, “annenizin değerini, anne sevgisinin önemini iyi bilin” diyorum.Canım annem, her aklıma gelişinde yüreğim acıyor, burnumun direği sızlıyor ve içim yanıyor. Seni çok özlüyorum, ama neye yarar, artık yoksun!Bekle beni, yanına gelinceye, ebedi hayatta kavuşuncaya kadar bekle. Anneciğim seni çok seviyorum, gittiğin yerde huzur içinde ol.

Şadan Hergüner 

PAHALI ETE, İTHAL ET ÇÖZÜMÜ!


Ülkemizin sorunlarını çözmek artık çok kolaylaştı. Başımızı ağrıtan her konu için dış destek alıyoruz. Paramız mı yok! Satıyoruz üç beş bir şeyler, sıcak para akışı sağlıyoruz. Yabancılar ülkenin dört bir yanını sarmış, tapulamış umurumuzda değil. Haberleşme sistemimize kadar girmiş, derdimiz değil. Sonuçta özelleşiyoruz ve para kazanıyoruz.


Bizler ilköğretim yıllarında yerli malı Türkün malı haftası yapardık şimdi de var mı bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var ki artık yerli malı diye bir mal neredeyse kalmadı. Büyük Türk şirketlerinin o moda değimle yaptığı evlilikler var ya… İşte o yüzden yabancı ortaklı Türk şirketlerinin ürettiklerine de yerli malı demek artık zor. Zaten çoğu evlenir evlenmez ismini cismini kaybediyor.

Yurdumun en büyük şehirlerinde bir dolu yabancı alışveriş merkezleri var. Bizler de koşturup buralara, “aman da ne ucuzmuş” deyip alıyoruz. Aaaa pek severiz zaten oldum olası yabancı malları. Ülkemizde bu ürünlerin, rahat rahat raflarda yer bulmadığı dönemlerde bile kaçak getirtip ya da getirip yine kullanırdık. Pek özenti milletizdir. Yabancının çerini, çöpünü ya da buraya yazamayacağım şeylerini bile almaya kalkmadık mı? Yabancı olsun da isterse ….. olsun. Bu durum, biraz da milletimize hak gibi.

Tabağımız, çanağımız, bardağımız yabancı. Mobilyamız, beyaz eşyalarımız, ayakkabımız, giysimiz yabancı. Kozmetiğimiz, ilacımız, deterjanımız yabancı. Tekstil ürünlerimiz yabancı. Bankalarımız yabancı.

Sokağa, çarşı pazara bir çıkıyorsun, tüm iş yeri isimleri yabancı. Mesela; Ataoğlu Center diye bir şeyle karşılaşıyorsun. Güler misin, ağlar mısın? Yoksa benim gibi oturup derdine bir mum mu yakarsın? Hayıflanır mısın bu ülke nasıl da parçalanıyor, yok ediliyor diye?

Özü hayvancılık ve tarım olan ülkemiz bakın şimdi ne halde. Sebzesini meyvesini üretemiyor, hayvanını yetiştiremiyor. Madenini çıkarıp satamıyor. Üretmek çok pahalı bir hale getirildi. Kokusundan dolayı çoğumuzun sevsek bile yemek istemediği sarımsak bile ithal ediliyor. Geçtiğimiz aylarda televizyonlarda yayınlanan bir banka reklamı vardı.” Üretici susarsa, ülke de susar” diye, dikkat çekici bir reklamdı. Peki, bu ülke üreticisini kimler susturuyor, kimler buna çanak tutuyor? Bir toplumu üretmeyip sadece tüketen hale getirmenin ne anlama geldiği bilinmiyor mu? Koskoca Osmanlı İmparatorluğu da böyle parçalanmadı mı?

Neden üretim maliyetlerini düşürmek için arayışlar yapılmıyor da, ithal etme yoluna gidiliyor? Tüm ülkenin enerjisi nasıl oluyor da bizde az olan bir enerji kaynağına bağlanıyor? Kendi kendine yetecek her güce sahip olan ülkemiz nasıl oluyor da yabancının yetiştirdiği ve kestiği ete muhtaç kalıyor? Hatta çöpüne, pisliğine layık görülüyor.

Artık her vatandaş takkesini önüne koyup iyice düşünmeli. Gözünü açıp hakkını aramalı. Üretici de tüketici de aramalı. Bizi susturanlar yakında başka şeyler de yapacaklar. Bu ülke bizim ve ülkemize sahip çıkmak, bütünleşmek, yaralarımızı sarmak, her kötü emeli yıkmak boynumuzun borcu. Kendinizi düşünmüyorsanız çocuklarınızı düşünün. Çünkü şu an dünyaya gelen her bebek, yok edilmek, parçalanmak istenen bir Türkiye’ye doğuyor.

Aslında bir çözüm daha var galiba. Madem biz ülkemizi doğru düzgün yönetemiyor, sorun yaşıyoruz. O halde bizi yönetecekleri de ithal edelim, belki daha ucuza gelir. Ne dersiniz?

Şadan HERGÜNER

BİZ NE YAPTIK ŞİMDİ?

İşte size harika bir kıssadan hisse örneği:

ŞEYTANIN İŞİ YOK BİZİMLE OYNUYOR

Günlerden bir gün şeytanın yolu bir köye düşmüş...

Keyfi yerinde olan şeytan, sırtını bir ağaca dayamış ve buzağısı kazığa bağlı olan ineği sağan genç bir kadını uzaktan izlemeye başlamış.
Şeytan, kadını epeyce izledikten sonra yerinden kalkıp kazığa bağlı buzağının ipini biraz gevşetmiş.
Buzağı bu, az ötede annesinin sütünün kovaya sağılmasını aç karnına izlemeye daha fazla dayanamamış.
Buzağı yerinde debelendikçe boynundaki ip biraz daha gevşemiş ve sonunda yular hepten çözülmüş.
Koşarak annesini emmeye giden buzağı, süt kovasına çarpmış ve bütün sütler yere dökülmüş.
Sağdığı süt ziyan olunca siniri tepesine çıkan genç kadın, eline geçirdiği odunu buzağının kafasına vurmasıyla yavru kan içinde yere yıkılmış.
Yavrusuna saldırılmasına kayıtsız kalmayan inek bir tekmede kadını yere serip öldürmüş.
Uzaktan geçmekte olan kadının kayınpederi, ineğin gelinini öldürdüğünü görüp, elindeki tüfekle ateş ederek ineği öldürmüş.
Silah sesini duyan koca koşup gelmiş. Karısını yerde cansız yatar, babasını da elinde tüfekle görünce belinden silahını çekip, tek atışta babasını öldürmüş.
Kısa bir süre sonra gerçeği öğrenen, karısını ve babasını kaybeden genç adam bu kadar acıya dayanamayacağını düşünüp, bir kurşun da kendi kafasına sıkarak canına kıymış.
Bütün bu olayları bir kenardan izleyen şeytan; ''Bu felaketi de bana yüklerler...Buzağı nın ipini gevşetmekten başka ben ne yaptım şimdi''

Kıssadan hisse;

Birileri son zamanlarda kurumlar arasındaki sinsi savaşı önlemek bir yana daha da ateşlenmesi için körüklemeye devam ediyor bu memlekette. Birileri buzağının ipini gevşetti..

Süt kovası desen, çoktan devrildi. Peşinden oluşacak her türlü kötülüğü siyaset cambazlığıyla başka yerlere yamamak isteyenler pişkince soracaklardır: Biz ne yaptık şimdi?
Sevgili Okurlarım, önceki yazımın devamı olarak, katıldığım toplum destekli polislik toplantısında edindiğim önemli bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum. En önemli konu hırsızlığa karşı bizlerin alması gereken önlemlerdi. onları da şöyle sıralamak mümkün:

1) Evlerin birinci ve ikinci katlarındaki balkon kapısı ve pencerelerin sağlam demir ve korkuluk olmasına dikkat ediniz.


2) Evinizden çıkmadan önce kapı ve pencerelerinizin kilitli olup olmadığını kontrol ediniz.

3) Değerli eşya ve mücevherlerinizi yanınıza alınız.

4) Evlerinizi kısa süreli terk ettiğiniz zaman, evin bir lambasını açık bırakınız.

5) Apartman giriş kapılarını mutlaka dışarıdan aydınlatınız.

6) Apartman sakinleri, yöneticileri ve özellikle kapıcıların apartmanlara giren çıkan yabancılara karşı duyarlı olmasını sağlayınız.

7) Tatile gittiğinizde veya evinizden uzun süreli ayrıldığınızda posta kutunuzun anahtarını komşunuza bırakmayı unutmayınız, hırsızlar öncelikle posta kutusu dolu olan daireleri seçeceğini unutmayınız.

8) Hırsızlar eve girdiklerinde ilk önce yatak odalarını karıştırırlar, kıymetli eşyalarınızı evinizin daha değişik yerlerine saklayınız.

9) Yeni bir eve taşındığınızda evle ilişkisi olan bazı kişilerde evin hala anahtarlarının olması ihtimaline karşı mutlaka kilitleri değiştiriniz.

10) Evinize seyyar satıcı, dilenci, bohçacı, temizlikçi ve çeşitli bahanelerle girmek isteyen şahısları içeri almayınız. Bu tür şüpheli şahısları polise bildiriniz. Apartman dahilinde komşunuza dahi gitseniz kapınızı kilitleyiniz.

11) Eğer kendi daireniz ile apartman giriş kapısı arasında bir diafon sistemi ve otomatik kapı açma düğmesi mevcut ise zilinizi çalıp makul olmayan bir sebep ile içeri girmek isteyen yabancılara kapıyı açmayınız, aynı şekilde sizin zilinize yanlışlıkla bastıklarını söyleyen yabancılar içinde kapıyı açmayınız.

12) Apartman dairenizin zilini çalan kimseye kapı merceğinden bakmadan ve sesini duymadan açmayınız.

13) İkamet ettiğiniz apartman giriş kapısını devamlı kilitli tutunuz.

14) Semt pazarlarının kurulduğu günlerde, pazar civarında bulunan evlerde daha fazla hırsızlık olabileceğini unutmayınız.

15) Hırsızların karanlık ve loş ışıklı yerlerden hoşlandıklarını unutmayınız. Özellikle hırsızların girmesi için elverişli olan yerlerin mutlaka ışıklandırılmış olmasına özen gösteriniz.

16) Telefonlara cevap verirken numaranızı söylemeyiniz, asla kendiniz hakkında bilgi vermeyiniz.

17) Mahalle sakinleri olarak gördüğünüz şüpheli şahısları 155 Polis İmdat telefonuna bildiriniz.

18) Eğer ev ve iş yerinizde hırsızlık olayı meydana gelmiş ise hemen 155 Polis İmdat telefonuna bilgi verilerek, olay yerinin incelenmesi ve yeterli delillerin toplanabilmesi için görevlilerin gelmesini bekleyiniz. Olay yeri inceleme ekipleri olay yerini inceleyinceye kadar suç yeri karıştırılmamalı, muhafaza altına alınmalıdır.

19) Eğer siz komşularınızın evine sahip çıkarsanız onlarda sizin evinize sahip çıkacaklarını unutmayınız.

DİKKAT!

Eviniz almış olduğunuz bütün önlemlere rağmen hırsızlığa uğramış ise paniğe kapılmadan soğukkanlı olmaya çalışın, hiçbir yere dokunmayın ve bölge karakolunuzu arayın, mümkün olduğu kadar ayrıntılı bilgi vermeye çalışın. Çalınan eşyaları en ince ayrıntılarına kadar tanımlayınız veya ayırt edilebilir özellikleri hakkında bilgi veriniz.
Hırsızlık olaylarında parmak izi ekipleri olay yerini tetkik edinceye kadar suç mahalli karıştırılmamalı, muhafaza altına alınmalı, olay yerinde bırakılacak parmak izlerinin bozulmamasına dikkat edilmelidir.
Evinize geldiğinizde camınızın kırıldığını veya kapınızın aralık olduğunu fark ederseniz, evinize giren şahıs yada şahıslar içeride olabileceğinden eve girmeyiniz ve derhal 155 Polis İmdat'ı arayıp gözetlemeye devam ediniz.

Evet, en ufak bir şüphelenmede, yardım ihtiyacı doğduğunda, 155 Polis İmdat'ı aramaktan çekinmeyin. Ücretsiz bir hat olan bu numara, pek çok kolaylığı size sunuyor. her şeyden önce profesyonel yardımı bir kaç dakika içinde çağırıyorsunuz. Aradıktan sonra yapmanız gereken doğru adresi vermek. O nedenle lütfen ev adresinizi tam ve doğru olarak bilin.

Güvenli günler dileklerimle...

Şadan HERGÜNER

TOPLUM DESTEKLİ POLİSLİK

http://www.tdpbursa.pol.tr/

Bu oluşumu ben yenilerde duymaya başlamıştım. Ama tam içeriğini bilmiyordum. Bugün öğrenme imkânına kavuşuyorum. Az önce kapıma gelen ve bana akşam mahallemizde yapılacak toplantı için davetiye veren, Cumhuriyet Mahalle Polisi; memur Süleyman Kaplan konu hakkında açıklayıcı bilgi verdi. Tüm mahalle sakinlerini tek tek dolaşıp davetiye dağıtıyor toplantıya gelmeleri için. Gerçekten çok takdir ettim. Türk Polis Teşkilatını bu çalışmalarından dolayı kutluyorum.


Peki, nedir toplum destekli polislik? Kısaca anlatmak gerekirse; polisin mahalle sakinleri, kamu kurum- kuruluşları, mahalle muhtarı ve sivil toplum örgütleriyle mahallenin daha güvenli hale gelmesi için işbirliği yapması ve kurumlar arasındaki kolektif uyum ile güvenli yaşam alanları oluşturulmaya çalışılmasıdır. Yani toplum için toplumla birlikte olmaktır. Birlikte düşünmek, birlikte karar vermek ve birlikte uygulamaktır.

Şimdi toplum olarak bizlerin üzerine düşen görev bu çalışmalara destek vermektir. Davet edildiğimiz bu tanıtım toplantılarına mutlaka bir aile bireyimizin katılmasıdır. Genel umursamazlığımızdan vazgeçip bu etkinliklere katılıp, katkı sağlamaktır. Artık kendimizle ilgili toplumsal her olaya sahip çıkmak, önemsemektir. Boş vermişlik halimizden kurtulmaktır.

Mahalle Polis Memurumuz Süleyman Kaplan’a bu çalışmalarını hemen internet üzerinden yazıp yayınlayacağımı söylediğimde ve bir eğitmen olduğumu öğrendiğinde benden akşamki toplantıda bir konuşma yapmamı istedi. Bir birey olarak düşüncelerimi söylememi istedi. Memnuniyetle kabul ettim.

Bakın toplantının gündeminde neler var? Davetiyede yazılmış. Ben de buradan aktarayım:

• “Toplum Destekli Polislik” tanıtım sunumunun görsel olarak yapılması.
• Nilüfer ilçesi ve mahallenizde meydana gelen olayların analizi.
• Alınabilecek tedbirler.
• Yaşam alanınızda karşılaştığınız ancak polis dışındaki diğer kurumları ilgilendiren sorunların paylaşılması. ( Aydınlatma yetersizliği, çöp sorunu v.b.)
• Önerileriniz.

Bu arada Bursa ili için kurumun web adresini de vermek istiyorum. İncelerseniz iyi olur.

www.tdpbursa.pol.tr

Evet, ben bu akşam toplumsal bir sorumluluk anlayışıyla çok takdir ettiğim bu toplantıya katılacağım. Bilgileneceğim. Öğrendiklerimi de yine sizlerle paylaşacağım. Umarım sizler de aynısını yaparsınız.

Güvenli günler dileklerimle.

Şadan HERGÜNER

Komik bir fıkra

Pazar eğlencesi olsun diye bir fıkrayı sizlerle paylaşmak istedim. Biraz gülmek için.


Ölüm sonrası yaşamda iki kadın karşılaşır ve konuşmaya başlarlar.
- Selam, benim adım Wanda.
- Selam, benimki de Slyvia, sen nasıl öldün?
- Donarak öldüm.
- Ne kadar korkunç.
- Yok, o kadar kötü değildi, soğuktan titremem geçince ısınmaya başladım ve uyku bastı, sonunda huzur dolu bir ölüm.
- Peki, sen nasıl öldün?
- Ağır bir kalp krizi geçirdim. Kocamın beni aldattığını sandım, onu iş üstünde yakalamak için eve erken geldim, fakat evde tek başına televizyon seyreder halde buldum.
- Sonra ne oldu?
- Kesinlikle evde başka bir kadının olduğundan emindim, bütün evi aramaya başladım. Çatıyı, yatakların altını her yeri aradım fakat bulamadım. Ararken aşırı yorulmuşum, kalp krizi geçirdim ve öldüm.

- Ah be güzelim bir de derin dondurucuya baksaydın, şu anda ikimiz de yaşıyor olacaktık...
 
Gezergen Tasarım by Gezergen Blog