Translate


Baharın güzelliğini duymaya başladığımız bir dönemdeyiz. Doğa ana gözlerimizin önünde canlanıyor. Şöyle kış aylarının kasvetini üzerinden atıp, silkinmiş ve tazelenmiş, enerji dolmuş gibi… Ağaçlar yeşeriyor, çiçekler açıyor, güzel kokular saçmaya hazırlanıyor. Yeniden diriliş, doğuş gibi…


Bayılırım hanımeli ve ıhlamur kokusuna. İnsanın içine işler. Bambaşka duygulara çağırır. Temizliğin, arınmışlığın kokusu gibidir. O nedenledir ki her bahar, kurumuş dalların yeşermesi, can bulması gibi ben de yeniden doğarım ve yaşama bir kez daha merhaba derim. Ne mutlu bu duyguları yaşayanlara derim.

Bahar mevsimi, ilk ısıtan güneş ışınları, çiçekler ve tazecik yeşil yapraklar bedenimin harekete geçmesinin yanında ruhumu da hareketlendirir. Kış uykusundan uyanmış ruhum enerji dolar. Yeni işler üretmek isterim. Yeni kararlar alırım. Karşılıksız verme isteğim daha da artar. Bilirim ki yeniden dirilen doğa sonsuz bir kaynaktır almasını bilen için. Ben bu dirilişten aldığım enerjiyle ne kadar verici olursam, kaynaktan alacaklarım da o kadar çoktur. Çünkü yaratıcı kaynak sonsuz iyilik ve güzellikle doludur. Ben paylaştıkça O bana kat ve kat fazlasını verecektir.

İçsel ve ruhsal gelişimi iliklerimize kadar hissedeceğiz bir dönemdeyiz. Şimdi tazelenme, üretme ve paylaşma dönemi. Bereketin bol oldu bir süreç. Bu sürece bedenimizin yanı sıra aklımızı ve ruhumuzu uydurma zamanı.

Yaratıcı Güç, doğayı yenilediği gibi bizi de aynı oranda yeniliyor bu dönemde. Yeter ki bunu hissetmeyi ve fark etmeyi bilelim. Çoğumuz bedenimizle hissederiz baharın yenilenme duygularını. Oysa önemli olan ruhen de duyabilmektir. Yapabileceğimiz ne denli güzel işlerin olduğunu görebilmektir.

Ben bahar yorgunluğuna inanmam. Olsa olsa ancak, “Bahara uyum sağlama sürecidir bu” derim. Neden tazelenme zamanında yorgunluk yaşayalım ki…

Umarım bu yazım sizlerin de yenilenmesine katkı sağlar. Umutlar bizi hayata bağlayan tek araçtır. Onlar olmasa nasıl üstesinden geliriz yaşamın zorluklarının. Unutmayın her güçlüğün yanında bir kolaylık vardır. Önemli olan onu görebilmektir. İnişler ve çıkışlar ruhumuzun olgunlaşması içindir. Veee, her inişin mutlaka bir çıkışı vardır. Neden bu çıkış, yeni baharda yaşanmasın.
Umutlarınız bol, yeniden dirilişiniz güzel olsun.

Şadan HERGÜNER
İçsel ve Zihinsel Gelişim Danışmanı

KADINLAR ARASI REKABET

Kadınların haklarının erkekler tarafından yendiğini, önünün kesildiğini hep söyleriz. Bunun gerçeklik payı büyüktür. Fiziki güç üstünlüğü bulunan erkeklerin bir kısmı dilediklerinde bunu yapmaya devam da edeceklerdir. Kadınların erkek egemen dünyadaki sorunları sürerken bir de kendi aralarında yaşadıkları rekabet var. Erkeklerin önlerini kestikleri yetmiyormuş gibi kendi kendilerini de baltalıyorlar. Aslında erkekler arasındaki rekabet de az değil ama kadınlar arasında olan bence daha tehlikeli. Çünkü kadınlar yeri geldiğinde erkeklerden çok daha kurnaz, akıllı ve hırslı olabiliyorlar. O yüzden kadınlar arası rekabette yaşanacakların boyutu tehlikeli olabiliyor.

Artık kadınlar çalışma hayatının her kademesinde görev alıyorlar. İster istemez çalışan kadın olarak da birbirleriyle karşı karşıya kalıyorlar. Güçlerini birleştirerek güzel işler yapanlar olduğu gibi, rekabete girip, güç gösterisinde bulunanlar da oluyor. Kıran kırana geçen savaşlarda bir kadın kazanırken diğerinin canı yanıp, kaybediyor. Bu savaşlarda neler olmuyor ki? Kurnazlık, bilgi ve güç yarışı, hırs, tehdit, ispiyon ve hile… Hepsi kullanılıyor. Yalnız çalışma hayatında mı yaşanıyor bunlar? Hayır. Özel hayatta da kıyasıya yaşanıyor. Örneğin, iki kadın bir erkeğin peşindeyse, diğer kadını devre dışı bırakmak için aklına gelecek her şeyi yapabiliyor. Sanki dünyada başka erkek kalmamış gibi. Arkadaşlar, akrabalar arasındaysa farklı rekabetler yaşanıyor. Güzel ve bakımlı olmaktan tutun, zengin olmaya ya da iyi giyinmekten tutun daha sosyal ve aktif olmaya kadar pek çok konuda kadınlar arasında yarış yaşanıyor. Kalpler kırılıyor, yaralar alınıyor, yüz yüze bakamayacak konumlara bile geliniyor. Yakın bağlar kopuyor, dostluklar bitiyor, bir ego tatmin olurken, bir yürek acı içinde kıvranıyor.

Aslında rekabet, alanı doğru seçildiğinde gerekli bir durumdur. Rekabet ortamı, yapılan işlerin kalitesini artırır. İnsanları daha iyi olmaya daha çok çalışmaya ve yaratıcı olmaya yönlendirir. Burada doğru olan, alanı ve dozu iyi ayarlamaktır. Konuyu gereksiz bir yarış ortamına sokmamaktır. Özellikle kadınlar çalışma hayatında birbirlerini kırmak yerine güç birliği yapıp, kendilerine engel olan başka konulara karşı rekabet alanları oluşturmalılar. Zaten azınlıkta olan üst düzey kadın çalışanlar, birbirlerini kıskanıp, köstek olmaya değil, birlik olup sayılarını artırmaya çalışmalılar. Çünkü aralarında yaşadıkları bu gereksiz yarış onların değil, erkeklerin işine yaramaktadır. Erkekler, "Kadınlar bizim onlarla uğraştığımızı söylemek yerine, kendi aralarında yaşadıkları kavgalara baksınlar" demektedirler. Neden bu kozu onlara verelim?

Özel hayatta yaşanan rekabetlerde de durum farklı değil. Rekabetin konusu erkek ise, hiç değil. Bir erkek için iki ya da üç kadının rekabet halinde olmasına hiç anlam veremiyorum. Bu, tamamen erkeklerin işine yarayan bir durumdur. Paylaşılamayan erkek bir anda kendini "bulunmaz Hint kumaşı" sanıyor ve peşindeki kadınları istediği gibi yönlendiriyor.

Oysa günümüz kadını rekabet alanlarını iyi belirlemeli, anlamsız yarışlardan kaçınmalıdır. Aklını, kurnazlığını ve bilgisini kendini küçük düşürecek abuk sabuk konularda hemcinsleriyle yarışmak yerine, kadın haklarının korunması ve alınmasında kullanmalıdır. Şimdi kadınlar arası dayanışmanın ve güç birliğinin tam zamanıdır. Çünkü bizler, kurtuluş savaşında erkeklerle omuz omuza savaş vermiş yüce Türk kadınlarının torunlarıyız. Bize yakışan saçma sapan gündemlerle zaman kaybetmek değil, hakkımızı söke söke almaktır.

Tabiki iş yaşamında kadınlar arasında tatlı bir rekabet olmalıdır. Ama bu sadece daha iyi ve kaliteli işler yapmak için olmalıdır. Güç savaşlarına dönüşmesi yanlıştır. Biz kadınların üzerine düşen en önemli görev ise kız çocuklarının eğitilmesi ve okutulması konusunda var gücümüzle çalışmaktır. Kariyer sahibi, eğitimli ve bilgi sahibi tüm kadınlar güçlerini birleştirmeli, eğitimsiz Türk kadınını eğitme ve bilgilendirme çalışmaları yapmalıdır. İyi organize olacak kadın sivil toplum örgütlerine şiddetle ihtiyacımız vardır. Çünkü var olanların çalışmaları ve güçleri yeterli olamamaktadır. Unutmayalım iyi yetişmiş, eğitimli bir kız çocuğu, evlatlarını iyi yetiştirecek bir anne demektir. Biz kariyer ve bilgi sahibi kadınların yapması gereken de iyi yetişmiş kız çocuklarının sayısını hızla artırmak için çalışmaktır.

ŞADAN HERGÜNER

KALP KRİZİ VE SICAK SU

Sevgili okurlarım, e-posta yoluyla aldığım bu önemli bilgiyi sizlerle de paylaşmak istedim. Dikkat çekici bir konu. Umarım faydalı olur.


Kalp Krizi ve Sıcak Su

Bu çok güzel bir yazıdır. Sadece öğünlerden sonra sıcak su içme
konusuna değil kalp krizi risklerine de değinmektedir.
Çinliler ve Japonlar yemeklerinden sonra soğuk su değil sıcak çay içerler.
Belki biz de yemekten sonra sıcak bir şeyler içme alışkanlığımızı onlardan edindik.

Eğer yemeklerden sonra soğuk şeyler içiyorsanız bu yazı size
hitap ediyor. Yemekten sonra soğuk bir şeyler içmek sizi rahatlatabilir.
Ancak tükettiğiniz soğuk su katılaşarak yağlı bir madde haline döner ve
yavaş bir şekilde sindirilir. Bu asitli tepkime bozularak bağırsakta katı
maddelerden daha hızlı bir şekilde emilir. Bir kısmı bağırsağa yapışır.
Kısa bir süre sonra tamamen yağ haline döner ve kansere yol açar.
Yemekten sonra sıcak su veya çorba içmek en iyisidir.
Kalp krizi hakkında önemli birkaç bilgi...

Kalp krizi belirtisi her zaman sol kolun uyuşması değildir. Çenedeki şiddetli ağrıların da farkında olun. İlk göğüs ağrınız kalp krizi sırasında gerçekleşmez.. (Daha önce mutlaka göğüs ağrınız olmuştur) Mide bulantısı ve şiddetli terleme de önemli kalp krizi belirtilerindendir. Kalp krizi geçiren insanların %60 ı uyurken ölür.
Göğüsteki ağrılar sizi uykudan uyandırabilir. Lütfen dikkatli olun ve olanların farkına varın.

ACILARIN ÜSTESİNDEN GELEN ADAM

Sevgili okurlarım, okuyacağınız yazı, hikayelerimden birisidir.

İlhan, hayatın güçlükleriyle büyümüş bir adamdı. Binlercesi gibi. Yaşam ona çoğunlukla zor yanını göstermişti. Şu an 48 yaşındaydı. Çocukluğundan beri çalışmış, acıyla çok erken tanışmıştı. Anne ve babasının ikinci ve son çocuğuydu. İzmir’de yaşıyorlardı.
Annesi arka arkaya iki erkek çocuğu dünyaya getirmiş ve İlhan’ın doğumundan sonra iyice hastalanmıştı. Babası Kadir uçarı bir adamdı. Bencil, keyfine düşkün, kendi için yaşayan, ailesinin zoruyla evlenmiş birisiydi. Çocukları onun için önem taşımıyor, karısını da ona hizmet eden bir varlık olarak görüyordu. Aklı fikri bir yolunu bulup İstanbul’a kaçmaktaydı. 23 yaşında yakışıklı bir erkekti. Çocukluğundan beri bir arzusu vardı oyuncu olmak. Sinema ya da tiyatro oyuncusu olmayı çok istiyor, bu arzusuna karşı çıkıp, onu erkenden evlendiren ailesinden nefret ediyordu. Bir süredir saklı saklı para biriktiriyordu.
İlhan birinci yaşını doldurduğunda babası da ortadan kaybolup, onları terk etti. Zeynep iki çocuğu ile kalıverdi güçlüklerin ortasında. Kayınpederi vicdanlı bir adamdı, oğlunu evlendirdiği zaman onlar için almış olduğu ve geliniyle torunlarının oturduğu evi Zeynep’in üzerine geçirdi. Çünkü bir yıldır oğlundan haber yoktu. Zeynep’in anne ve babası, kendi yağı ile kavrulan yine de kızlarına yardım etmeye çalışan insanlardı. Ne de olsa bu evliliği onlar istemiş, kızlarını zorlamışlardı. Üstelik Zeynep hastaydı. Buna çok üzülüyorlardı. Kızlarının başını yakmışlardı. Zeynep’in hamilelikleri ve doğumları çok zor olmuş, kalbiyle ilgili bir sağlık sorunu yaşamaya başlamıştı. Talihsiz kadın, yaşadığı olayların ağırlığına daha fazla dayanamadı ve ilhan 5 yaşındayken bu dünyadan göçtü.
İlhan ve ondan bir buçuk yaş büyük ağabeyi Gürhan annesiz ve babasız bir yaşamda hayat mücadelesine küçücük yaşlarında başladılar. Gürhan’ı babaannesi, İlhan’ı ise anneannesi aldı. İki kardeş birbirlerine yakın ama ayrı evlerde büyüyorlardı. Birbirlerinden hiç kopmadılar. Okul çağları geldi ve önce Gürhan sonra ilhan okula başladılar.
İlhan 4. sınıfta okurken büyükbabası bir trafik kazasında öldü. Bu durum iki kardeş için maddi sıkıntıların daha da büyümesine neden oldu. Anneanne ve dedeleri zaten zor geçinen insanlardı. Büyükbabaları ölünce babaannelerinin geliri de azalmış oldu. Önceleri iki kardeş yaz tatillerinde çalışmaya başladılar, sonra ise okul zamanında bile çalışmak zorunda kaldılar. Yıllar bir bir geçti.
İlhan artık, çocuk yaştan itibaren olgunlaşmaya başlamış bir delikanlı olmuştu. Lise bitmiş, askerlik çağı gelmişti. Çok istediği üniversite eğitimini şu an alması mümkün değildi. O da hiç vakit kaybetmeden askere gitti. Döndüğünde içine girdiği yaşam mücadelesi ona çocukluk yıllarını bile arattı. Önce bir iş buldu. Meslek lisesi mezunuydu, elektrikli eşya tamircisi olan Ahmet ağabeyi İlhan’ı hemen işe aldı. Gürhan ise bir oto tamircisinde çalışıyordu. İlhan canla başla çalışıyor bir yandan para biriktirip, bir yandan da üniversite sınavına hazırlanıyordu. En büyük arzusu elektrik mühendisi olmaktı. Bir yıl süren yoğun çalışma sonunda arzusuna kavuştu. Üniversiteyi ve istediği bölümü kazandı. Artık gündüzleri okula gidiyor geceleri ve tatil zamanlarında ise Ahmet ağabeyinin işlerine yardımcı olup, okul masraflarını çıkarıyordu. Bu arada Gürhan evlenip, annelerinden onlara kalan eve yerleşmişti.
Babaları Kadir, İstanbul’a gittikten sonra bir süre zorluk çekmiş, daha sonra Yeşilçam’a adım atmayı başarmıştı. Figüranlıkla başlayıp, yardımcı rollere kadar ilerlemişti. Tiyatroya da bulaşmış, sahne tozu yutmuştu. Ama hiçbir zaman iyi para kazanamamış, ancak karnını doyurmuş, hayatını devam ettirmişti. Ailesiyle tüm bağlarını İstanbul’a kaçtığı gün itibariyle koparmıştı. Hiç arayıp sormamıştı. Ta ki, sağlığı bozulup işsiz kalıncaya kadar.
Babası İzmir’e geldiğinde İlhan üniversiteyi yeni bitirmişti. Gürhan ise orta halli yaşamında 3 yaşındaki oğlu ve karısıyla mutluydu. Onca yıl sonra Kadir’in para için çıkıp gelmesi hepsinin tadını kaçırdı. Karısının, babasının ölümünden haberdar olduğu halde gelmemiş, hiç vicdanı sızlamamış olan Kadir, şimdi parasız kalınca ortaya çıkmış, annesinin başına dert olmuştu. Yaşlı kadın ne yapacağını şaşırmıştı. Gürhan’ın oturduğu evde hakkı olduğunu söylüyor, hastalığını bahane ederek duygu sömürüsü yapıyordu. Yıllar sonra tek çocuğunu karşısında bulan kadıncağız, hem oğluna kavuşmanın mutluluğunu hem de onun hasta ve çaresiz olmasının acısını yaşıyordu. Torunlarının yaşadıklarını düşündükçe Kadir’den nefret ediyor ama onun hasta ve solgun haline de ana yüreği dayanmıyordu. Büyük üzüntü duyan yaşlı kadın sonunda bir karar verdi. Oturduğu evi, kocasının anılarıyla dolu evini oğluna vermeye ve kendisi de kocasından kalan emekli maaşı ile bir huzur evine gitmeye karar verdi. Bunu kabul etmeyen torunlarına ise kararının kesin olduğunu, kimsenin itirazını dinlemeyeceğini söyledi. Ve dediğini yaptı. Yüreğinde acıları ve son günlerinde yıllardır görmediği tek evladına bir kez daha annelik yapmanın huzuruyla yeni mekanına gitti.
İlhan ve Gürhan bu iş gerçekleşene kadar sessiz kaldılar. Babaanneleri huzur evine yerleştikten sonra babaları Kadir’in karşısına dikildiler. İçlerinde biriken ne varsa yüzüne kustular. Anneleri Zeynep’in yaşadıklarının, kendilerinin çektiklerinin ve Kadir’in kendi ailesine yaptıklarının hesabını sordular. Hiç mi utanmadığını, nasıl bir yüzsüzlükle buraya gelip, babaannelerini evinden ettiğini, nasıl bir vicdansız olduğunu sordular… Ama asla ona el kaldırmadılar. Hiçbir sözünü de dinlemeden yanından ayrıldılar.
Kadir evi acele bir şekilde sattı ve geldiği yere İstanbul’a geri döndü. Bir daha ondan haber almadı çocukları. Elinde ki parayla bir süre daha idare eden Kadir, sonunda alkolün ve hastalığının etkisiyle bu dünyadan kimsesiz bir şekilde ayrıldı.
İlhan ile Gürhan’ın babaanneleri de çektiği acıya daha fazla katlanamadı. Yaşlı kadın, kaldığı huzur evinde 5 ay sonra torunları yanındayken son nefesini verdi. İçinde huzurla ama acılarla dolu olarak bu dünyadan göçtü.
Gürhan çocuğu ve eşiyle yaşamına devam etti. İlhan’ın kendini toparlaması uzun sürdü. Anneannesinin şefkati, dedesinin sevgisi onu yalnız bırakmadı. Bir süre sonra iyi bir iş buldu ve çalışmaya başladı. Kendini işine verdi. Başarılı oldu. İki yıl sonra aldığı bir iş teklifini kabul edip İstanbul’a gitti. İstanbul… Babasını yiyip yutmuş bu şehir onu harcamayacak, başarıdan başarıya koşmasına yardım edecekti. İlhan babasından nefret etmişti. Onun yaptığı hiçbir hatayı yapmayacaktı. Yapmadı da. 2 yıl sonra evlendi. Kendi gibi aklı başında, işinde başarılı, yüreğini ve sevgisi kazanmış bir eşi vardı artık. Mutluydular. Bir erkek bir de kız çocukları oldu. İlhan dünyanın en iyi, en anlayışlı babalarından biri oldu. Onları sevgisi ve hoşgörüsü ile büyüttü. Karısına sadık, anlayışlı ve sevgi dolu bir eş oldu.
Şimdi 48 yaşındaydı ve bugün hayatı gözlerinin önünden bir film şeridi gibi akıyordu. Bir kez daha yüreği önce acıyla yandı, sonra da sahip olduğu güzel ailesinin mutluluğuyla huzur buldu. Evet, İlhan zoru başarmıştı. Yılmamış, güçlüklere göğüs germiş ve sonunda hak ettiği mutluluğu yakalamıştı. Ne mutlu bana, benim gibi olanlara dedi.


ŞADAN Hergüner

21. Ağustos. 2008
Silivri- İstanbul

8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ


Bir kez daha 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutluyoruz. Bu günde ve haftasında yapılan şeyler hep aynıdır. Bir hafta boyunca kadın hakları, yapılanlar, yapılamayanlar, kadının Türkiye’deki ve dünyadaki yeri konuşulup durulur. Tartışmalar, görüş bildirmeler, televizyon programları, ana haberlerde konuyla ilgili haberler falan, filan… Bir de bu günü sadece eğlenceli yemeklerle vur patlasın, çal oynasın tarzında kutlayan kadınlar… En çok da bunlara üzülürüm. Sanki kadının bir adı var da bunu eğlenceyle kutluyoruz.

Peki, sonuç nedir? Kocaman bir hiç… Tüm dünyada olduğu gibi bizde de kadına hala bir meta gibi bakılır. Alınır, satılır cinsten, faydalanılması gerekir cinsten bir nesne. Evet, epeyce bir yol alınmıştır kadının değeri hakkında ama bu küçük bir paydır genele baktığınızda. Kimse bunun aksini savunmaya kalkmasın. Kendi ayaklarının üzerinde durabilen kadın sayısı nedir? Siyasette, iş dünyasında üst düzey durumunda olan kadının sayısı nedir? Evli olup da kocasının boyunduruğu altında olmayan kaç kadın var? Ne yazık ki, bu sayılar çok azdır. Genele oranladığınızda sayı düşüktür.

Ülkemizde kocasından dayak yiyen ama kimselere söyleyemeyen eğitimli kadının sayısı yüksektir. Köle gibi çalıştırılıp, başına vurularak parası elinden alınan kadınları hiç düşünmek bile istemiyorum. Ya, sığınma evlerinde olan, kocadan, babadan şiddet gören, sığınacak yeri olmayıp zorunlu olarak fuhuş batağına sürüklenen, çalıştığı yerde patron veya yöneticilerin tacizine uğrayan, sokakta kendini bilmez gözü dönmüşlerin tecavüzüne uğrayan kadınların sayısı ne kadardır?

Geleceğin anneleri olarak, erkek çocuklarını da yetiştirip topluma kazandıracak kızlarımızın eğitilmemesi ise ayrı bir acı. Oysa en önemli eğitimi onların alması gerekiyor ki, doğru düşünen, aklı başında erkek çocukları yetiştirebilsinler.

Benim dileğim; güçlü, kariyer sahibi, eğitimli kadınların daha çok örgütlenmesidir. Onların yapacağı gerçekçi çalışmaların artmasıdır. Ülkenin her köşesine ulaşmalarıdır. Kız çocuklarının eğitilmesinin ne kadar önemli olduğunu anlayamayanların anlamalarını sağlamalarıdır. Kadını bir meta gibi gören her tür zihniyete karşı güç birliği yapıp savaşmalarıdır.

Medyaya da seslenmek istiyorum. Lütfen yeter artık… Sayfalarınızı, programlarınızı, web sitelerinizi seks sembolü olarak kullandığınız kadın görselinden arındırın. Daha çok izleyici veya okuyucu derdinizi yaptığınız güzel işlerle çözün. Kadın vücuduyla değil. Örnek olacağınız yerde, daha çok teşvikçi oluyorsunuz. Sizler okumuş, aydın insanlar değil misiniz?
Neden kadını bu tarz bir obje olarak kullanıyorsunuz? Ve bu niyete kendini kurban eden kadınlara da seslenmek istiyorum. Ün, şöhret sadece bu yolla mı kazanılır? Yok mu sizin topluma vereceğiniz güzel hizmetleriniz, yetenekleriniz, becerileriniz?

Evet, 8 Mart 2010 yılında gözler önünde olan kadın manzaraları bunlar. Dünyada ve Türkiye’de durum böyledir. Yine de bu sembolik günü, bana acınacak halimizi hatırlatsa da kutlamak istiyorum. Sevgili hanımlar, Dünya Kadınlar Gününüz kutlu olsun.

Şadan Hergüner

YETERİNCE UYUŞMADIK MI?


TARKAN’LA TEKRAR GÜNDEME OTURAN UYUŞTURUCU İLLETİ

Pek çok odaklarca uyuşturulmakta olan bir milletiz zaten. Herkes bir yandan ağlarını örüyor üzerimize. Planlar, programlar çalışıyor, “Bu ülke nasıl parçalanır, çökertilir?” hesapları yapılıyor. Oraya uyum, buraya bütünlenme paketleriyle her şeyimiz bir bir elimizden gidiyor. Ülkece ayakta uyutulur hale geldik. Bunlar yetmiyormuş gibi madde bağımlılığı sağlanarak başka türlü de uyuşturuluyoruz.

Tarkan uyuşturucu bağımlısı olarak gündeme gelen en son ünlü! Çok üzüldüm duyunca. Pırıl pırıl, genç, başarılı, parası gani olan, seveni, hayranı çok, dünyada adını duyurmuş genç bir adam. Bir dolu laf dolaşıyor nasıl uyuşturucuya alıştığıyla ilgili. Gerçekten üzücü bir durum!

Bu konumda olan bir insan kendine neden zarar verir böyle bir illetle? Keyif mi, daha yaratıcı olmak mı, her şeye sahip olduğu için yeni bir arayışta olmak mı, doyumsuzluk mu, yoksa birileri tarafından bu işin içine bilinçli biçimde çekilmek mi? Hangisidir neden?

Neden, ne olursa olsun yazıktır. Hadi canına acımayan Tarkan’ın parası çok uyuşturucuyu temin ediyor diyelim. Ya parası olmayan ama bu işlerin içine çekilen gençlerimiz, yetişkinlerimiz… Onlara ne demeli? İçmek için para bulamayınca, satışa aracı oluyorlar ki, madde temin edebilsinler. Ya da fuhuş yapmaya zorlanıyorlar. Veya çalıyor, hırsızlık yapıyorlar. Sonunda da bir gün bir şekilde can veriyorlar. Değer mi?

Lütfen bu konuda duyarlı olalım. Anne ve babalar çocuklarınızla daha yakın iletişimler, bağlar kurunuz. Derdine derman arayacak başka mecralara yönelmesinler. Parası, pulu çok olup bu işe bulaşanlara sözüm yok. Kendi kuyularını kendileri kazıyorlar. Ama bu pisliğin içine çekilen gencecik çocuklarımız için yüreğim acıyor, içim sızlıyor. O nedenle, anne ve babalara, öğretmenlere çok iş düşüyor. Çevremizde olup biten bu tür olaylara da sessiz kalmayalım lütfen. Bizi uyuşturan her şeye dur deme zamanı çoktan geldi de geçiyor bile.
Şimdi uyanma zamanı, uyuşma değil…

Şadan HERGÜNER
 
Gezergen Tasarım by Gezergen Blog