Translate

ALDATMA

İnsanların hiçbir anlamda birbirlerini aldatmadıkları bir dünyada yaşamayı çok isterdim. Her şeyin açıkça yaşandığı, dürüst ilişkilerin kurulduğu bir yaşam nasıl olurdu? Şöyle bir düşününce, heyecanı ve adrenali az ama huzurlu ve güvenli olurdu sanırım. Beni kim, ne şekilde aldatacak diye bir korku olmazdı. Buna fazla kafa yormayalım çünkü mümkün değil. Çünkü günümüzde, herkes bir biçimde birilerini aldatıyor. Ben yazımda eşlerin yani kadın ve erkeğin cinsel anlamda aldatma nedenlerine değinmek istiyorum.


Önce bilimsel olarak sık görülen aldatma nedenlerinden bazılarını sıralıyım: Eş ile iletişim kuramama, duygusal anlamda yalnız bırakılma, aşık olma, cinsel sorunların varlığı, yasak aşkla gelen heyecan isteği, egonun tatmin edilme hissi, sürekli aldatma eğilimi, aldatan arkadaşları taklit etme isteği, karşı cinsin cazibesine kapılma ve daha başka nedenler…

Konu aldatma olunca önce erkekler akla geliyor. Çünkü onlar bu işi daha fazla yapıyor. Fakat erkeği aldatan kadının sayısı da az değil hani. Şimdi bu nedenleri biraz açalım:

Uzmanlar aldatmanın inanılmaz bir adrenalin yükselmesine neden olduğunu söylüyor, kadın ve erkeğin farklı nedenlerle aldattığını vurguluyorlar. Erkeklerin, cinsel açıdan değişiklik yaşama isteğiyle aldatırken, kadınların mutsuzluk ve umutsuzlukla aldattığını belirtiyorlar. Ve erkeklerin aldatmak için çok önemli bir nedene ihtiyaç duymadıklarını söylüyorlar. Sırf hava atmak, övünmek için aldatan erkekler var. Nedeniyse, ne kadar çok kadınla ilişkiye girilirse arkadaş çevresinde takdir görme oranı o kadar artıyor. Uzmanlar, çocuklukta yaşanan iç çatışmaların erkekleri aldatmaya ittiğini belirtirken, kadınların aldattığı zaman, duygularıyla toplumun baskısı arasında sıkıştıklarını, bu nedenle erkeklere oranla aldatmalarının daha zor olduğunu ve kadınların aldattıklarında çok dikkatli olduklarını, tüm ayrıntıları düşündüklerini söylüyorlar. Erkeklerdeyse bu tam tersi oluyor. Dikkatsizleşiyorlar. Yeni kıyafetler alıyorlar, tarz değiştiriyorlar, kendilerine bakıyorlar, şişmanlar hemen spora başlıyorlar. Ev dışında zaman geçirecek nedenler üretiyorlar. Bunlar, onları ele veriyor. Ama zaten bakımlı, kaliteli ve çok çalışan bir erkekse bunu çaktırmadan yapabiliyor.

Kadının aldatması için mutsuz, çaresiz olması gerekiyor. Kendinden yaşça büyük, sevmediği ama zengin bir erkekle evli ya da birlikte olan kadınlar, yaşlarına uygun sevgililer bulup onaları aldatabiliyor. Şiddete uğrayan, yalnız kalan, ilgi ve sevgi göremeyen, maddi zorluk çeken kadınlar da aldatabiliyor. Bu işi zevk için yapanlar da var. Fakat kadınların erkekler kadar sık aldatması, sadece zevk için yapması o kadar kolay olmuyor. Oysa erkekler bir kez aldatmaya başlarsa gerisini kolayca getirebiliyor.

İlk aldatma erkek için zor oluyor, suçluluk duyuyor. Aniden olduğunu söylüyor. Ama aklında aldatma eylemi var yani istemiş. Bir kez olup alışınca, sonradan gelenler kanıksanıyor. Çoğu, eşiyle yaşayamadığı cinsel tatları yaşamak için aldatıyor. Aşık olduğu için ya da yasak ilişkinin verdiği heyecan için. Bir de yaş dönümlerinde yaşanan sorunlar yüzünden aldatanlar var. Özellikle andropoz dönemi! Erkek kendini önce kendine, sonra başkalarına kanıtlamak için aldatıyor. Yaşını almış, parası bol erkeklerin, etrafında genç ve güzel kızlarla boy göstermeleri buna örnektir. Bir kısmı da genlerindeki dürtüler nedeniyle, farklı cinsel keyifler yaşamadan duramıyor. Yani suçları yok. Doğal bir gereksinimmiş gibi aldatıyorlar. Önemli bir neden de şu; erkeklere yüklenen bir yakıştırma var. “Erkek adam çapkın olur.” “Çapkınlık erkeğin elinin kiridir, yıkayınca akar gider.” Aldatmayan erkeğin beceriksiz, kılıbık olduğu söylenir. İşte bu nedenle yoldan çıkan erkekler de var. Ne üzücü. Üstelik onları ayartanlar, hemcinsleri…

Aldatma nedenleri genel olarak bunlar. Şimdi kendi düşüncemi yazmak istiyorum. Bence her tür aldatma ve cinsel aldatma, insanın kendini kandırmasıdır. Başkalarını uyuttuğunu düşünürken, komik hale düşmesidir. Aldatma ortaya çıkınca rezil olmasıdır. Farklı cinsel deneyimleri sürekli tatmak isteyen erkek ve kadınların hiç evlenmemeleri, ciddi beraberlikler yaşamamaları gerekir. Karşılarındaki insana açık olsunlar. Sadık kalamıyorlarsa, bunu söylesinler. Çünkü üstünü örttüğünüz her pislik bir süre sonra kokuşacak ve kendini belli edecektir. Dürüstçe yaşanan, aldatmalardan uzak ilişkiler diliyorum hepinize.
Sevgiyle kalın.

Şadan Hergüner

ERKEK, KADIN RUHUNDAN ANLAR MI?

Ne dersiniz, zamanımız erkeği kadın ruhundan anlıyor mu? Bence pek anlamıyor. Hani o eski İstanbul beyefendisi dediğimiz erkekler olsa günümüzde neyse de. Biliyorsunuz onların soyu tükendi neredeyse. Yeni yetme erkeklerin, kadının bir ruhu olduğunun bile farkında olduğunu sanmıyorum. Biraz ağır oldu galiba ama gerçekler acıdır. Zaten tüketim toplumu olduğumuzdan beri insanların yapısı değişti. Her şeyi kolayca tüketiyoruz. İlişkilerimizi, sevdiklerimizi, hayatımızı... Üretmek, kotarmak şöyle dursun, tüketemediklerimizi de hemen kaldırıp çöpe atıveriyoruz. Yani huyumuz suyumuz değişti. Tabi, toplumsal değerlerimiz de. Bırakın kadın ruhundan anlamayı, büyüklerimize saygı göstermez olduk.

Gelelim konumuza! Her şeyden önce kadın ve erkek, ruhsal ve fiziksel açıdan birbirinden farklı özelliklerle yaratılmışlardır. Yani birbirlerini tam olarak anlamalarını beklemek doğru olmaz. Ancak anlayış gösterip, saygıyla birbirlerini kabul etmeleri gerekir. En azından ben böyle düşünüyorum. Şimdi kadın ve erkek farklı özelliklerde varlıklar olunca, her zaman uzlaşmaları mümkün olmuyor. Bence kadınları erkeklerden farklı kılan en önemli özellik ruhlarında gizlidir. Kadın ruhu daha duyarlı, sabırlı, duygusal, dayanıklı ve hassastır. O yüzdendir ki, doğurganlık gibi bir ayrıcalık kadına verilmiştir. Kadın, anne olma özelliği ve duyarlı ruhuyla erkeğe oranla bazı alanlarda farkındalığı daha yüksek bir varlıktır. Olayları ve insanları detaylı algılar, farkına varır. Üstelik kadın ruhu acılara erkekten daha dayanıklıdır. Acısını içinde tüm hızıyla yaşar ama etrafına belli etmez. Erkeğe oranla daha kolay affeder. Fiziksel olarak narin yaratılan kadının ruhu da incedir. Anlaşılmak, ilgilenilmek, özen gösterilmek ister. O annelik özelliği gereğince hayatındaki erkeğe de korumacı yönüyle yaklaşır. Sahip çıkmak, besleyip, büyütmek ruhsal özelliklerinin içinde vardır. Erkeğin onu anlamasını karşılık vermesini bekler. Peki, erkek onu yeterince anlayabilir mi? Hayır. Çünkü erkek bu özellikleri kadın gibi yoğun biçimde ruhunda barındırmaz. O yüzden erkekler kadın ruhundan pek anlamazlar. İstisnalar vardır ama onlarda genel kuralı bozmazlar.

Erkekler doğaları gereği biraz katıdır, serttir, incelikten yoksundur. Onlar fiziksel olarak güçlü yaratıldıklarından, bu güçlerini kullanmayı severler. Hatta zarif, kibar, anlayışlı erkeklerle karşılaştığımızda, “Kadın ruhu gibi ince ruha sahip bir adam,” demez miyiz? Deriz tabi. Çünkü alışılmadık bir durumdur. İşte bu yüzden erkekler kadınları zor anlarlar. Onlar biraz “höt höt” yapılı varlıklar oldukları için dıştan duyarlı görünseler bile özlerinde bu özellik vardır ve yeri geldiğinde hemen kullanırlar. En efendisi, medenisi, eğitimlisi bile damarına basıldığında bu yüzünü gösterir. Gerçi şimdi diyeceksiniz ki kadınların içinde yok mu “höt höt” tipler? Var ama erkeklerle kıyaslandığında devede kulak kalır. Şimdi bu durumda nasıl beklersiniz “höt höt” bir adamın, ince ruhlu, zarif, narin bir kadını anlamasını? Bu biraz hayalcilik olmaz mı? Ama şunu da vurgulamak gerekir. Erkekler kadın ruhunu anlamak için uğraş vermişlerdir. Özellikle sanatçı erkekler. Onlar bunu başarabilen en önemli kesimdir. Bir de kişisel gelişimini kemale erdirenler kadını iyi anlar. Dedim ya her iki cins farklı özelliklerle yaratılmış. Birbirlerini tam anlamaları zor…

O zaman yapılacak tek şey, karşılıklı saygı ve anlayışla, dengeli olarak kabullenmektir. Yoksa sorun devam eder. Kavga, gürültü eksik olmaz. Zaten bunlarla ezilen taraf, narin yapılı kadın ruhudur. Bence erkeği yöneten taraf olan kadının, bu durumu da kendisi çözmelidir. “Şu erkekler bizi niye hiç anlamıyor,” demek yerine, “ onların bizi anlaması mümkün değil, iyisi mi biz idare edelim.” demesi gerekir. Aksi takdirde kadın kendini boş yere üzer.

Sevgiyle kalın.

Şadan HERGÜNER

YAŞAMDAN BEKLENTİLER

Hepimizin yaşamdan beklentileri var. Güzel bir hayat, iyi bir iş, ev, araba, uyumlu bir evlilik ve çocuklar gibi… Daha birçok şey saymak mümkün! Çünkü ihtiyaçlar sonsuzdur. Peki, beklentilerimizi gerçekleştirmek için yeterince donanımlı mıyız? Değilsek, neler yapmamız gerektiğini biliyor muyuz? İsteklerimize kavuşma konusunun cevabı, bu sorunun yanıtındadır.


Hayatını beklemekle geçirmek, eylemsiz kalmak bizi sonuca ulaştırmaz. Yaşam sadece belirli insanlara, ailelerinden gelen olanaklarla kolaylık sağlar. Çoğunluk, bunları çalışarak elde etmek zorundadır. Dış etkenlerin olumlu ve olumsuz yanları da düşünüldüğünde, beklentilere kolayca sahip olmanın olasılığı çok yüksek değildir. Ama olanaksız da değildir. Yapılması gerekense izlenecek yolun öğrenilmesidir. Yani bilgi donanımı gereklidir.

Yaşamdan beklentilerimizi gerçekleştirmenin öncelikli adımı kendimizi iyi motive etmektir. Hayattan en çok beklediğiniz şey nedir? Başarılı olmak mı? Bunun için ihtiyacınız olanlar; ne yapacağınızı bilmenizi sağlayacak bilgi ve eğitim, nasıl yapacağınızın bilgisi ve bunu gerçekleştirmek için gerekli olan iç motivasyondur. Kendini isteklendiremeyen kişiler hedeflerine ulaşmakta zorlanırlar. İç motivasyonu güçlü olanlarsa, beklentilerine ulaşmak için önce hedef belirlerler, ona ulaşmak için de hemen eyleme geçerler. Yani kafalarındaki düşüncelerini harekete geçirirler. Bu yolda yürürken karşılaşacakları engellere hazırlıklı olurlar. Olumsuz gelişmeler karşısında korkmak, yılmak yerine yeni yollar aramaya ve başarmaya odaklanırlar. İnsan kendini isteklendirme yollarını bir kez öğrenir ve uygularsa istediği tüm ulaşılabilir beklentilerine kavuşabilir.

İç motivasyonu güçlendirmenin ilk aşaması kendine inanmak ve yılmamaktır. Kendinize inanmanızı sağlayabilecek tek kişi sizsiniz. Başkaları yardım edebilir ama ancak siz gerçekleştirebilirsiniz. Kim olduğunuzdan, eğitiminizden, konumunuzdan bağımsız olarak; eğer kendinize inanırsanız kendiniz hakkındaki tutumunuz olumlu olabilir. Kendinize inanmak için atabileceğiniz dört adım var:

1- Yaşamınızda gerçekleştirmek istediğiniz başarı ve mutluluğunuzun temel unsurları olacak amaçlarınızın bir listesini yapın. (İyi iletişim kurmak, milletvekili seçilmek, başarılı bir öğretmen olmak, üniversite okumak v.b.)

2- Amaçlarınıza ulaşmanız için atmanız gereken adımların bir listesini yapın. (Patronunuza yükselmeyi hak ettiğinizi kanıtlamak, şirketinizin kârını artıracak bir fikir bulmak, insanlarla etkin iletişim kurabilmenin yolunu bulmak, her yıl daha fazla para kazanacağınız bir konuma ulaşmak v.b.)

3- Amaçlarınıza ulaşmanız için gereken belli kişisel davranış nitelikleri vardır. Dürüstçe bunları listeleyin. (Dürüstlük, kendiyle barışık bir kişilik, bilinçli olma, göreve bağlılık ve sıkı çalışma gibi nitelikler olabilir.)

4- Şu anda kendinizi eksik gördüğünüz ya da hiç sahip olmadığınız nitelikleri listeleyin. Bunlar, kazanmak için üzerinde çalışmanız gereken niteliklerdir. İşte burası çalışmanızın başladığı yerdir. Bu eksiklerinizi yenmeniz ve onları listeden atmanız gerekir.

Bunları başarmak sizin elinizdedir. İnsan isterse, inanırsa, korkmadan, yılmadan çalışırsa ve bunun için en doğru yöntemleri uygularsa kesinlikle başarıya ve beklentilerine ulaşır. Denemekte fayda var.

Sevgiyle kalın.

Şadan Hergüner

AZ KONUŞUP ÇOK DİNLEMEK

Filozof Diyojen’e sormuşlar:


“Üstadım, niçin iki kulağımız ama bir tane ağzımız var?
Diyojen;
“Az konuşalım ama çok dinleyelim diye.” Demiş.

Ne kadar güzel bir yanıttır bu!

Bizlerin iletişim kurmada en çok sorun yaşadığı konudur; konuşma ve dinlemenin dengesini kuramamak. Çok konuşursak daha iyi anlaşılacağımızı düşünürüz. Oysa doğru olan, tam tersidir. Üstelik doğru ve güzel konuşmanın özü de budur. Yani daha çok dinlemek, iyi analiz etmek ve sonra konuşmak… Tabii, kendimizi iyi ifade etmenin de…

Şöyle çevremize baktığımızda çok konuşan hatta gereksiz ayrıntılarla konuşan insanları pek de sevimli bulmadığımızı düşünürüz. Eğer biz bunu yapıyorsak, başkaları da bizi sevimli bulmuyor demektir. Hele bazı insanlar vardır öyle abuk subuk konuşurlar ki, lafların nereye varacağını, asla hesaplamazlar. Sadece söylerler. Birileri kırılacakmış, üzülecekmiş, başları dara girecekmiş, hiç umursamazlar.

Size konuşma fırsatı vermeden makineli tüfek gibi konuşanlar da ayrı bir vakadır. Arada lafa girmeye çalışırsınız, izin vermezler. Sanki her şeyi bir tek onlar bilir. Onların düşünceleri, varsayımları, saptamaları önemlidir. Dünya sadece onların çevresinde dönüyordur. Üstelik kendi doğrularını size de onaylatıp, kabul ettirmeye çalışırlar. Yalan dolan konuşan, hayal gücü yüksek, gerçeklerden uzak yaşayanların konuşmalarını hiç hesaba katmıyorum zaten. Onlar yalanlarıyla yarattıkları kendi dünyalarını gerçekmiş gibi yaşar ve konuşurlar.

Sağlıklı iletişim kurmanın ve kendimizi en doğru şekilde ifade etmenin yolu ise tıpkı ünlü filozof Diyojen’in dediği gibi çok dinlemek ve az konuşmaktır. Karşımızdaki insanın ya da insanların neler anlattıklarını, söylemeye çalıştıklarını tam anlamadan konuşmak başka sorunlara da yol açar. İyi dinlemeyip, tam anlamadığımızda farklı varsayımlara kapılıp iletişimde olduğumuz insanları bile kaybedebiliriz. Gereksiz yere kalp kırarız, onarılmaz hasarlar verebiliriz. Ağızdan çıkan söz, kurşun gibidir. Geri alınamaz. Hedefe vardığında iş işten geçmiş olabilir. Eğer yanlış bir söz ise…

Bu durumda yapmamız gereken en güzel iş, iki kulağımızla anlatılanları iyi dinlemektir. Dinlediğimizi iyi analiz ettikten sonra kafamızda oluşturduğumuz yorumu konuşmamıza aktarmaktır. “İki kulak, bir ağız” dengesini kurabilmektir. “Söz gümüş ise sukut altındır.” İşte atalarımızdan gelen bu söz de boşa söylenmiş değildir. Ne mutlu önemini anlayabilenlere!

Sevgiyle kalın.
Şadan Hergüner
 
Gezergen Tasarım by Gezergen Blog