Translate

SİRKE ÇEŞİTLERİ VE FAYDALARI


İnsanların şarap yapmaya başladıklarından beri sirkeyi tanıdıkları söylenebilir. Mısırlılar, Asurlar, Yunanlılar ve Romalılar sirkeyi yemeklerde, balık, et, sebze konservesi yapımında ve ilaç olarak hastalıkların tedavisinde kullanıyordu. Sirke önceleri toprak küplerde mayalandırılıyordu. Tahta fıçının bulunmasıyla, karnı şiş fıçılarda mayalandırılmaya başlandı ve günümüze kadar uzandı… İşte türleri ve özellikleri…

Adaçayı sirkesi sinir bozukluklarını düzeltir. Çorbaya veya suya karıştırılır.
Ananas sirkesi sindirimi sağlayan bezelere olumlu etki yaparak sindirimi kolaylaştırır.
Ardıç üzüm sirkesi güçlü bir mikrop öldürücüdür. İçildiğinde epitelyum dokuyu tahriş ettiğinden çok az kullanılır. İçten ancak bir uzman kontrolünde uygulanmalıdır.
Ayva sirkesi yanıkların tedavisinde kullanılır.
Bahçe nanesi sirkesi, mideyi ve sindirim sistemini rahatlatır (bir bardak suya karıştırılan 1 çay kaşığı nane sirkesi). Bağırsak gazlarının oluşmasını da önler.
Bal sirkesi en az alerjiye neden olan sirkedir. Öksürüğü yumuşatır ve mikrop öldürücüdür.
Balsamik sirke sirkelerin kralı olarak kabul edilir. Yıllarca ağaç fıçılarda saklanır. Üretiminin zor olması nedeniyle çok pahalıdır. Eskidikçe değeri artar.
Bektaşi üzümü sirkesi saçların uzamasına ve cildin sağlıklı kalmasına yardımcı olur. Kan damarlarını ve bağ dokuyu güçlendirir. Vücudu toksinlerden temizler ve solunumu rahatlatır.
Beyaz şarap sirkesinin sinir iltihaplarında sakinleştirici olduğu ileri sürülmektedir. Peklik gidericidir.
Çilek sirkesi bağışıklık sistemini uyarır. Canlılık vericidir. Genellikle orman çileği sirkesi tercih edilir.
Çoban üzümü sirkesi peklikte, ishalde yardımcıdır ve iltihap önleyicidir. Kandaki yağ oranına olumlu etki yapar.
Elma sirkesi Avrupa’da ilaç olarak en çok kullanılan sirkedir. Birçok hastalığın tedavisinde kullanılır. Tansiyonu ve kan dolaşımını düzenler.
Frenküzümü sirkesi epitel doku iltihaplarında etkili olur. Bağışıklık sistemini uyarır ve kan oluşumunu destekler.
Hurma sirkesi sakinleştirici, metabolizmayı uyarıcı ve peklik gidericidir.
Karahindiba sirkesi antiseptik ve peklik gidericidir. Ayrıca bağırsaklarda iltihap oluşmasını önleyici özelliği de vardır.
Karanfil sirkesi baharat olarak kullanılan karanfilden yapılır. Kusmayı ve bulantıyı kesmekte çok etkilidir.
Kayısı sirkesi konsantrasyonu artırır. Kan temizleyici, toksinlerden arındırıcıdır. Cilt, tırnak ve saç üzerinde olumlu etki yapar. Solunum zorluklarında yardımcı olur. Hücre koruyucudur.
Kırmızı şarap sirkesi kolesterolü olumlu etkiler. Damarlarda yağ tabası oluşmasına karşı kırmızı şaraptan daha etkilidir.

PİŞMAN OLMAK


Kişisel gelişimimizi kemale erdirmek istiyorsak, asla yapmamamız gerekenlerden biri de pişmanlık duymaktır. Geçmişte yaptığımız yanlışlar için pişmanlık duymak, bu duygunun içimizi kemirmesine izin vermek doğru değildir.

Pişmanlık duygusundan kurtulmak için hayatımızda hata diye gördüğümüz olaylara farklı bir gözle bakmayı öğrenmeliyiz. İnsan yaşamı, sınavlar ve deneyimlerle doludur. Yaşanan acılar, sevinçler, utançlar, kayıplar ve başarılar hayatımızın anlamını oluşturur. Bunlardan birini yaşamadan diğerinin önemini anlayamayız.

Hayatta hiçbir insan yoktur ki, sadece mutlu, başarılı ve sevinçli ya da mutsuz, başarısız ve hüzünlü olsun. Ömrümüz tek düze yaşansaydı, hep kazanan ya da kaybeden olsaydık nasıl deneyim sahibi olabilirdik? Acıyı yaşamayan zevkin güzelliğini nasıl anlayabilir veya tam tersini? Kaybetmeden kazanmanın değerini de anlamak olası değildir.

Hayat boyunca yaşadığımız her şey bizim deneyimlerimizdir. Bunlara hata olarak gördüklerimiz de dahildir. Hatalar; bizim dereyi geçerken üzerlerini bastığımız taşlarda ayağımızın sendelemesi gibidir. Önce düşer gibi olur, hemen dengemizi sağlar ve yolumuza devam ederiz. Sonraki taşlara basarken daha dikkatli olur, sendelemeyiz. Yaşamda yapılan hatalar da aynen böyledir, onlardan dersler çıkarır ve sonraki süreçlerimizde aynı davranışları tekrarlamazsak, başarıya ulaşırız.

Kısacası şunu söyleyebiliriz. Hatalarımız bizim öğretmenlerimizdir. Onlar başımıza geldiğinde eğer görmesini ve ders almasını bilirsek gerçek deneyimi kazanmış oluruz. Bu nedenlerden dolayı hatalardan pişmanlık duymak yanlıştır. Bizi gereksiz yere olumsuz duygu ve davranışlara iter. Ama biz hatalarımızı pişmanlıkla değil, öğretici yanıyla karşılarsak, gerçek huzura ve başarıya kavuşuruz.

Deneyimlerle öğrendiğimiz yeni bilgilerimizi iyice incelemeliyiz. Bunun benzerleriyle tekrar karşılaştığımızda yaklaşım ve eylemlerimizde neler yapmamız gerektiğini anlamalı ve yapabilmeliyiz. Gelecek başka zorluklar için kendimizi hazırlamalıyız. Hatalarımızdan asla pişmanlık duymayıp, olumsuz duygulara kapılmayıp yolumuza devam etmeliyiz.

Şadan HERGÜNER

KARAR VERMEKTEN KORKMAYIN


Usta'ya başarısının sırrını sormuşlar; iki kelimeyle açıklamış.
“Doğru kararlar.” Demiş.
Herkesten farklı olarak, doğru kararları nasıl alabildiğini sormuşlar.
Tek kelime ile cevaplamış; “Tecrübe.” Demiş.
İyi de kardeşim bu tecrübe denen şeyin sırrı nedir?
Usta, derin bir iç geçirmiş ve şöyle demiş: “Yanlış kararlar.”

Bu yazımda anlatmaya çalışacağım her şeyi açıklayan bir kıssadan hisseyle başlamak istedim. Peki, nedir karar vermek? Çeşitli amaçlar, bunlara ulaştıracak yollar, araçlar ve imkânlar arasında seçim ve tercih yapmakla ilgili zihinsel, bedensel ve duygusal süreçlerin toplamıdır. Yani karar verme sorunlarla ve belirsizliklerle savaşma ve onları yok ederek neyin, nasıl, ne zaman yapılabileceğini ortaya koymaktır.

Yaptığımız tüm eylemlerin babası verdiğimiz kararlardır. Hani çok bilinen bir söz vardır. “En kötü karar, kararsızlıktan daha iyidir.” Ne kadar doğru bir sözdür. Kararlarımızla hayatımızı şekillendiririz. Bir işi başarmanın yolu adanmış gerçek bir karar vermekten geçer. İşte bu kararlarla yaşamımıza yön veririz.  

Bazılarımız karar verme konusunda biraz korkaktır. Çok düşünür. Karar vermekten hep endişelidir. Yanlış yaparsam diye korkar. Oysa yukarıdaki kıssadan hisse bize yanlış yapmadan deneyim sahibi olamayacağımızı açıkça söylüyor. Aslında başarısızlık diye bir şey yoktur. Onlar bizim istediğimiz sonuca ulaşmamız için yaşadığımız deneyimlerdir. Önemli olan, yanlış olarak gördüğümüz kararlardan ders almaktır. Bu deneyimlerle başarıya ulaşmak daha kolaydır.

Karar vermekten korkmayın. Sık sık karar verin. Yanlış deneyimle sonuçlanan kararlarınızdan ders alın. Ulaşmak istediğiniz sonuca varıncaya kadar olaylara yaklaşımlarınızı, izlediğiniz yolları değiştirin. Ama karar vermekten asla endişe duymayın. Tam tersine karar vermekten zevk alın. Çünkü biz hayatımızı aldığımız zevk ve çektiğimiz acıya göre yaşarız. Acıdan kaçar, zevke yöneliriz. Bu nedenle karar vermekten zevk alırsak, ondan korkmamız da gerekmez.

Doğru kararlar vermenin sırrı, yanlış kararlardan kazanılan deneyimlerdir. Onlar bizim dereyi geçene kadar üstünde sıçradığımız, bazen üzerinden düştüğümüz kaya parçalarıdır. Yani başarıya giden ve atılması gereken adımlarımızdır. Kararlarımıza bağlı kalıp, amaca ulaşmak için farklı yöntemler kullanmamız gerektiğini hiç unutmayalım.
Sevgiyle kalın.

Şadan Hergüner

PARA HARCAMAYI BİLMEK


PARA HARCAMAYI BİLMEK

Para! Olmazsa olmaz olan bir madde hayatımızda. Onsuz ne su alabilirsiniz ne ekmek. Şimdilik sadece aldığımız nefese yani havaya para ödemiyoruz. Ama zaten o da bizde kalmıyor. Aldığımız gibi geri veriyoruz. Bizim olacak her şeye bir bedel ödüyoruz. Kazandığımız her kuruşu, bir biçimde harcıyoruz.

Peki, hiç düşündünüz mü, parayı kazanmak mı zor yoksa harcamak mı? Yazımı okuyan pek çok kişinin, “Sen ne diyorsun? Tabiî ki kazanmak zor, paranın harcanması çok kolay.” dediğini duyar gibiyim. Benim bakış açımla soruya cevap vermek gerekirse, ben “Parayı harcamak zor.” derim. Özellikle büyük meblağları harcamak…

İsteyen her insan bir şekilde para kazanır. Eğitimlisi de eğitimsizi de. Önemli olan istemek ve çalışmaktır. Para kolay yoldan da kazanılır, emek vererek de. İş beğenerek, seçerek kazanıldığı gibi zorunluluk halinde her işi yaparak da kazanılır. Ya da uğraşmadan para kazanmak için farklı yollara başvurarak da! Yani isteyen herkes bir biçimde paralanır.

Para hayatımızı sürdürmek, hedeflerimize ulaşmak için kullandığımız bir araçtır. Onu hayatın amacı haline getirmek insanları yanlış yollara sürükleyebilir. O zaman para, huzur yerine huzursuzluk getirir. Amaç şeklinde kazanılan parayı harcamak zor olur, sürekli biriktirme yoluna gidilir. Bu da saplantılı bir yaşam demektir. 

Para aynı zamanda kişinin kendine güvenini artırır. Sorumluluk sahibi olmasını sağlar. Tabi bu durumun ayırdında ise. Parası olan insanın aklı da çalışır. Onu en iyi şekilde kullanmak ve harcamak için. Yeni yatırımlar ve paylaşımlar yapmak için. Kazandığım hep benim olsun demeyen insan için parayı doğru kullanmak ve harcamak kolay değildir. Araştırma ister, bilinç ister, donanım ister. Kısacası kendini daha da geliştirme ister.

Zahmetsiz kolay yollardan kazanılan paraları harcayanlar bilinçli olmaya gerek duymazlar. Öğrendikleri onlara yeter. Zaten çevrelerinde yön verenleri çoktur. Akıllarını çalıştırmaları gerekmez. Bildiklerini tekrar ederler. Ta ki, yolun sonu gelene kadar.   

İşte bu nedenlerden ötürü, “Para harcamak daha zordur.” inancındayım. Zorlanarak da kazansak, kolay da kazansak, para harcamak bilinçli olmayı gerektirir. Har vurup harman savurmayı değil. Devamlılığını sağlamak için harcamayı akıllıca yapmak gerekir. Özellikle emek verilerek kazanılan para, emek verilerek harcamayı gerekli kılar. Bence önemli olan, parayı kazanmaktan çok harcamayı bilmektir. 

Şadan HERGÜNER

Sağlıklı bir yaşam istiyorsanız, aşağıda sizler için derlediğim önerilere kulak verin lütfen. Eğer hastalanmak istemiyorsanız bunları yapmalısınız.

Duygularınızı Anlatın.
Gizlenen, bastırılan duygular gastrit, ülser, bel ve omurilik ağrıları gibi hastalıklara yol açar. Duyguların bastırılması zaman içinde kanser oluşumuna neden olur. Öyleyse, özelimizi, sırlarımızı ve hatalarımızı birileriyle paylaşmalıyız! Sohbet, konuşmak, söz çok güçlü bir tedavi aracı ve mükemmel bir terapidir! 

Karar Verin, Kararsız Olmayın.
Kararsız olan kişi şüphe, endişe ve ıstırap içinde olur. Kararsızlık, sorunların, endişelerin ve çatışmaların birikmesine neden olur. İnsanlık tarihini verilmiş kararlar oluşturur. Karar vermek, vazgeçmeyi ve bazı avantajları kaybetmeyi bilmek ancak daha sonra başkalarını kazanmaktır. Kararsız kişiler sindirim sistemi rahatsızlıklarının, asabi ağrıların ve cilt sorunlarının kurbanı olurlar. 

Olumlu Düşünün, Olumlu Çözümler Bulun.
Olumsuz kişiler çözüm bulamazlar ve sorunları büyütürler. Onlar yakınmayı, dedikoduyu ve karamsarlığı tercih ederler. Karanlıktan şikâyet etmek yerine bir kibrit yakmak her zaman daha iyidir. Arı ufacıktır fakat var olan en tatlı şeylerden birisini üretir. Biz ne düşünüyorsak oyuzdur. Olumsuz düşünce, negatif enerji üretir ki bu sonunda hastalığa dönüşür. 

Olduğunuz Gibi Davranın
Gerçeği gizleyen birisi rol yapar. Her zaman mutlu olduğu izlenimi vermek ister. Mükemmelmiş, rahatmış vb. gibi görünmek ister ancak bu arada tonlarca yük biriktirmektedir. Kilden bir ayak üzerine oturan bronz bir heykel gibi... Sağlık için aldatıcı bir görüntü vererek yaşamaktan daha zararlı bir şey yoktur. Bunlar bol cilalı ve kökleri kısa kişilerdir. Kaderlerinde eczane, hastane ve acı vardır. Maskeli iletişimlerden uzak durun.

Kabul Etmesini Bilin
Kabul etmemek ve özgüven eksikliği bizi kendimize yabancılaştırır. Kendisiyle barışık olmak sağlıklı yaşamın özüdür. Bunu kabul etmeyenler kıskanç, taklitçi, aşırı rekabetçi ve yıkıcı olurlar. Eleştirileri kabullenin. Bu bilgelik, akılcılık ve terapidir. 

Güvenmeyi Öğrenin
Güvenmeyen kişi iletişim kuramaz, açılamaz, bağlanamaz, derin ve sağlıklı ilişkiler kuramaz, gerçek arkadaşlıklar kurmayı başaramaz. Güven yok ise bir ilişki de yoktur. Güvensizlik insanın kendisine ve inanca karşı olan inançsızlığıdır. 

Mutlu Olun
Mizah, Kahkaha, Huzur, Mutluluk… Bunlar sağlığı güçlendirir ve yaşamı uzatır. Mutlu kişi nerede olursa olsun, yaşadığı çevreyi geliştirme yetisine sahiptir. Mutlu yaşamı amaç edinin.

Şadan Hergüner
Sevgili okurlar, sizlerle paylaşacağım yazı bana elektronik postayla geldi. Çok beğendiğim için yayınlamak istedim. Sizlere de ışık tutacağından eminim.
Fransız düşünürü Voltaire (1694–1778), neredeyse bütün hayatı boyunca ya hastaydı ya hastalık hastası. 41 yaşında bir arkadaşına yazdığı mektupta 'gene' hastalandığından   şikâyet etti ve 'Birkaç yıllık ömrüm kaldı' dedi. Voltaire, bu mektubu bitirdikten 43 yıl sonra öldü.
Her Allah'ın günü bir şeyin kanser yaptığı veya kansere iyi geldiğinin açıklandığı bir dünyada yaşıyoruz. Sıska, sıkı ve sağlıklı yaşamak neredeyse din haline geldi.
Voltaire, kolesterol, trigliserit, AIDS ve kuş gribinin bilinmediği çağların adamıdır. Bir şeyleri doğru yapmış olmalıydı ki, insanların genellikle kırkına gelmeden öldüğü on sekizinci yüzyılda, 84 yaşına kadar yaşadı ve bir daha kalkmamak üzere yatağa düşünceye kadar aktif bir hayat sürdü.
Voltaire'in uzun ömrünün sırrı NE olabilir?
Uzun yıllar düşünür için sekreter ve uşak karışımı bir şey olan Sebastien Longcahmps, Voltaire'in hep “İnsanın sağlığı tamamen kendi ellerindedir” dediğini yazdı. “Bunun, üç temel ayağı var derdi: Ayıklık, her şeyde ölçülü olmak ve hafif egzersiz yapmak. Kaza dışında, insanın başına gelen bütün hastalıklarda bizi sağlıklı halimize iade etmeye uğraşan doğaya yardımcı olmak yeter. İnsan aşağı yukarı her zaman diyetinde sıkı olmalı, uygun ve sürekli sıvı almalı ve hep basit şeyler yemelidir.” “ Yanında bulunduğum süre içinde onu hep bunları yapar gördüm.”
Uzun ömrün sırrı
Bunlar büyük bir sır değil aslında. Her şeyde ölçülü olmak aklı başında her insanın uyguladığı bir prensiptir. Bence Voltaire'in uzun ömrünün sırrı vücudunda değil kişiliğindedir. Voltaire uzun yaşadı, çünkü mutluydu. Öğrenmeye meraklıydı ve müthiş zengin olmasına rağmen, bir dakikasını boşa harcamadı. Ölmeye vakti yoktu.
Binlerce mektup, yüzlerce sahne oyunu, kitap, makale yazdı. Saray yavrusu evinde her zaman misafir vardı. “Ben Avrupa'nın hancı başısıyım” dedirtecek kadar. Adaletsizliğe hiç tahammülü yoktu. İlkel Fransız yargısının hışmına uğramış insanları kurtarmak için tek başına, tarihe geçmiş kampanyalar yürüttü. İnsanların hakları olmayan bir dönemde insan hakları için mücadele etti.
Kiliseyle ve bağnaz rahiplerle yaşam boyu dalga geçti. Ölüm döşeğinde papazlar onu pişmanlık getirmeye, şeytanı lanetlemeye davet ettiklerinde, “Şimdi yeni bir düşman kazanmanın zamanı değil” dedi.
Bence, Voltaire'in en büyük özelliği yaşamdan zevk almasıydı. “O kadar mutluyum ki utanıyorum” diye itiraf etti bir arkadaşına. “Ben neredeysem dünya cenneti oradadır,” dedi. Son bir şey daha var, onu unutmayayım:
Hiç evlenmedi!
VOLTAIRE KİMDİR

François Marie Arouet
(21 Kasım 1694 - 30 Mayıs 1778), Fransız yazar ve filozof. Daha çok mahlası Voltaire olarak tanınmıştır.Fransız devrimi ve Aydınlanma hareketine büyük katkısı olmuştur.
Din ve ifade özgürlüklerinin yanı sıra, insan hakları konusundaki düşünceleri ve felsefi yazınları ile ünlenmiştir. Eserlerinde Kilise dogmaları ve döneminin Fransız müesseselerini yoğun olarak hicvetmiştir. Zamanın en etkili isimlerinden biri olarak tanınır.

TACİZCİLERİMİZ

Taciz, hepimizin başına bir biçimde gelmiştir. Nedir anlamı? En öz açıklamasıyla bezdirmektir. Bir kişinin diğerinin haklarını hiçe sayarak rahatsız etmesidir. Tacizin, yapıldığı şekle ve konuma göre çeşitleri vardır. Cinsel, sosyal, sözel, psikolojik, ekonomik, fiziksel gibi… Şimdi tek tek bunları açıklamayacağım çünkü hepimiz ne olduklarını biliyoruz. Hepsiyle ya da bazılarıyla yaşam boyu birkaç kez karşılaşıyoruz. Yani tacizcilerimiz her daim iş başında.

Kadınlar bu konuda baştan kaybediyorlar. Tacizden nasiplerini, erkeklere oranla daha bol alıyorlar. Üstelik her çeşidiyle! En basitinden cinsel tacizi fiziksel olarak görmese de sözel olarak, iş yeri dâhil her yerde görüyorlar.

Aile içinde anne ve babamız en azından kıyaslar yaparak bize psikolojik taciz uygulayabiliyor. “Bak kardeşin ne akıllı, sen niye böylesin evladım. Manyak mısın?” diyebiliyorlar. Ya da evlenince eşlerden biri diğerinin sosyal hayatını kısıtlayıp, baskılar yapıp farklı bir taciz uyguluyor.

İş hayatında üstlerden gelen yıldırma, bezdirme politikasına bağlı tacizler çokça görülüyor. Kadın erkek fark etmiyor. Ne de olsa yöneticin, patronun sana her lafı, dilediğince söyleyebiliyor. Sen de yutuyorsun, çünkü o işte çalışmaya mecbursun. Ta ki, canına tak edinceye kadar. Ama sineye çekip susan da çok.

Arkadaşlar da taciz edebiliyor. Sözel tacizi en çok bunlardan görüyoruz. Kıskanırsa, aşağılayan sözler söyleyebiliyor, alay ediyor. Sürekli moral bozabiliyor. Hele bencil iş arkadaşları… Kuyu kazıyorlar, daha ne olsun.

Televizyondaki reklâmların uzunluğu, ürün yerleştirmeleri, bitmek tükenmek bilmez program tanıtımları, az sonraları, şimdileri; bunlar da görsel taciz. Bu çeşit tacizi ben uydurdum şu an. Sanırım cuk oturdu.   

Ve benim son yıllarda en çok rahatsız olduğum tacizci. Cep telefonum. Daha doğrusu telefon numaramı alıp kullanan, beni iyice bezdiren tacizciler. Onlara mı söyleneyim, telefon numaramı veren gsm operatörüne mi, numaramı bir biçimde alıp onunla bununla paylaşan kurumlara mı? Numaranız gizli kalacaktır diyen ama sır tutamayan (numaraları para karşılığı satan) kuruluşlara mı? Ama bundan sonra yok kardeşim. Kimselere cep telefonu numarası vermek yok. İsteyene yüzümü karartacağım, yeter artık. Bankası arar, internet sağlayıcısı arar, ürün pazarlayanı, hediye kazandınız diyen dolandırıcısı mesaj yollar. Güncelleme yapmaktan aciz kurumlar sanki hala o şehirdeymişim gibi mesaj gönderir. Hangi birisini yazayım. Kısacası bıktım artık. Hele bankaların aramalarından ve mesajlarından iyice bıktım. İletişimimi kolaylaştıran bir alet olmasa kullanmayacağım Vallahi. Üstelik yaydığı radyasyonu da ayrı dert.   

Hani bu rahatsız edici mesajlar önlenecekti? Kanunla falan yapılacaktı bu iş, ne oldu? Bileniniz varsa bana haber verin bir zahmet. Ama mesajı, e-posta adresime rica edeceğim, cep telefonuma değil. Tacizcilerimizin yakamızdan düşeceği günleri özlemle daha ne kadar bekleyeceğiz bilmiyorum ama benim gibi bıkanları tepki vermeye davet ediyorum. Seveniniz çok tacizciniz az olsun.  Sevgiyle kalın.

Şadan HERGÜNER  

BAŞKALARINA BAĞIMLI YAŞAMAK

Başkalarına ya da bir şeylere bağımlı yaşamak, insanın kendisine yapacağı en büyük kötülüktür. Başkalarına ve onların yargılarına bağımlı olmaktan kötüsü yoktur. Günümüzde insanlar birilerine bağımlı olmanın yanında bazı alışkanlıklara, maddelere de bağımlı olarak yaşıyorlar. Bu durum sağlıklı olmamızı, kendimizi gerçekten huzurlu ve dengeli hissetmemizi engelliyor. Kısacası her anlamda bağımlılık, insan için ciddi bir hastalıktır.  

Başka birilerinin değerlerine, yargılarına, isteklerine ve yardımlarına bağımlı olursak, “biz” olamayız. Kendimize, yeteneklerimize güven duyamayız. Her zaman başkalarının daha iyi fikirleri olduğuna inanır, kendimizi küçük görürüz. Bağımlı olduğumuz insanların bizi korumasını hatta yönetmesini isteriz. Yalnız kaldığımızda korkak ve rahatsız oluruz.
Ayrılık acılarına katlanamayız. İlişkide olduğumuz insanı kaybetmek, acı çekmek yerine onunla bağımızı sürdürmek için her koşula, güçlüğe razı oluruz. Daha farklı acılar yaşarız. Bize kötü tavırlar sergilese de sineye çekeriz. İş hayatımızda başarılı olamayız. Sorumluluk almaktan kaçar, yaratıcı fikirler üretmekten çekiniriz.

Peki, tüm bunlar nelere neden olurlar? Kendi varlığımızdan vazgeçmeye, bağımsızlığımızın olmamasına. Birilerinin bizi hep gütmesine, üzerimizde hâkimiyet kurmasına yol açarlar. Oysa korkunun ecele faydası yoktur. Yaşadığımız hayatta bir farklılık gösteremeyeceksek, biz olamayacaksak, istediklerimize ulaşamayacaksak yaşamanın ne hayrını göreceğiz ki? Bağımlı olduğumuz insanların ya da maddelerin elinde oyuncak olmak için mi yaşıyoruz?

Bağımlı olduğumuz insanlar, maddeler bize bir şeyler verirler belki ama çok şeyi de alıp götürürler. Kişiliğimizi, bireyselliğimizi, özgürlüğümüzü, ruh ve fiziksel sağlığımızı alırlar elimizden. Biz biz olmaktan çıkar, güdümlü, korkak, basiretsiz varlıklar oluruz. Hayat bu şekilde yaşanarak harcanacak kadar değersiz değildir. Bize bahşedilen bu yaşam; üreterek, keyif alarak, kendimize ve başkalarına güzel değerler katarak yaşanmalıdır. Yaratıcımızın verdiği aklı ve iradeyi en iyi şekilde kullanarak yaşanırsa hayat anlam kazanır.    

Bağımlılıklarımızdan kurtulmalı, kendimiz olmalıyız. İçimize özümüze uygun yaşamalıyız. Değerli olan biziz. Biz mutlu, huzurlu ve sağlıklı olursak çevremize de bunları yansıtabiliriz. Birilerinin güdümünde yaşamayı değil, kendimiz için yaşamayı seçmeliyiz.

Şadan HERGÜNER

Bir kadın, ilişkide olduğu erkeğin niyetini kolaylıkla anlayabilir aslında. Ama bazen kendini kandırma yoluna gidip, ciddiyetsizliği görmezden geldiği de olur. Ya da “Bir süre sonra nasılsa beni ciddi olarak düşünecektir,” yanılgısına kapılabilir. Yani erkeği değiştireceğini düşünür. Bu düşünce biçimi en hatalı olanıdır. Çünkü bir insanı değiştirmek mümkün değildir, kişi isterse ancak kendi kendini değiştirebilir.  

Peki, ilişkisinde ciddi niyet taşıyan erkek nasıl anlaşılır?

Bu erkek kimliğini bulmuş, iş sahibi olmuş, parasını kazanan erkektir. Aklı başında hiçbir erkek, iş kariyerinde bir noktaya gelmeden, emeğinin karşılığını kazanmadan ciddi bir ilişki düşünmez. Çünkü erkekler, çocuklukları itibariyle “Büyüyünce aileni sen geçindireceksin, iş güç sahibi olup çalışacak, para kazanıp ailene bakacaksın,” diye yetiştirilirler.

Karşısındaki kadını sahiplenir. Birlikte katıldıkları sosyal ortamlarda, “Bir arkadaşım” diye tanıtmaz. İsmiyle ve yakınlık derecesiyle tanıştırır. Kendi ailesiyle tanıştırır. O da karşı tarafın ailesiyle tanışır. Başkalarının, yanındaki kadına bakış açısını kontrol etmek amaçlıdır bu sahiplenme. Ciddi niyeti ortaya koymaktır.

İlişkide olduğu kadına saygı duyar ve onu her ortamda korumayı sorumluluk bilir. Kendisi saygı gösterdiği gibi en yakın çevresinden başlayarak, diğer insanların da saygı duymasını ister. Bunun için ne gerekiyorsa yapar. Her tehlikeden, zorluktan, acıdan kadınını korumak, onun için çok önemlidir.

Sevdiği ve evlenmeyi düşündüğü kadının hayatını kolaylaştırmak ister. Belki büyük jestler, sürprizler yapmayı beceremez ama onun rahatı, konforu için elinden geleni yapmayı bir görev sayar. Kısacası kadınına karşı tam bir sorumluluk bilinciyle hareket eder.

Ciddi niyet taşıyan erkek kadına karşı düşünceli, anlayışlı olur. Ona gelip geçici bir heves olarak bakmaz. Bunu hareketleriyle kadına hissettirir.

Kadının onu gerçekten sevdiğinden, bağlı ve sadık kalacağından emin olmak ister. O nedenle gözü hep açıktır. Hiç çaktırmadan bazı denemeler yapacaktır. Çünkü erkekler eşleri tarafından takdir edilmek, sevilmek isterler. Her anlamda sadakat beklerler. Varlıkta yoklukta, hastalıkta sağlıkta sadakat isterler.   

Yaşadığı ilişkide kadına ciddi olarak yaklaşan erkeğin en önemli tavırları bunlardır. Diğerleri detaylardır. Bu yaklaşımlarda bulunmayan erkek, ilişkisinde ciddi niyet taşımamaktadır.

Şadan HERGÜNER

KETEN TOHUMU YAĞININ FAYDALARI


  • KOLESTEROL VE TANSİYONU DÜZENLER, KALP HASTALIKLARINA KARŞI KORUMA SAĞLAR: Araştırmalar keten tohumu yağının kolesterolü düşürerek kalp krizi riskini azalttığını saptamıştır. Keten tohumu yağının kullanımı yüksek tansiyon, kolesterol ve anjin'i de önlemektedir. Boston's Simmons College’ de yapılan bir araştırma keten tohumu yağının ikincil kalp krizlerini ve dolaşım bozukluklarını engellediğini ortaya çıkarmıştır. 

  • GUT VE CİLT HASTALIKLARINA KARŞI KORUMA SAĞLAR: Cilt hastalıklarında keten tohumu yağı yalnızca eklemlerdeki iltihabı azaltmakla kalmayıp aynı zamanda hastalığın yükselttiği kolesterol oranını da düşürür. Gut hastalığında keten tohumu yağının kullanımı hastalığın neden olduğu eklem ağrılarını ve şişkinliği giderir. 

  • KABIZLIK, HEMOROİD VE DİVERTİKÜLER RAHATSIZLIKLARA KARŞI KORUMA SAĞLAR: Keten tohumu elyaflı yapısıyla bağırsaklardaki dışkının geçişini kolaylaştırarak kabızlık ve hemoroiti engeller. Safra taşlarını oluşumunu engeller ve oluşmuş taşları yok eder.
  • AKNE, EGZAMA VE SEDEF HASTALIKLARINI İYİLEŞTİRİR: Keten tohumu yağında bulunan temel yağ asidinin cildi iyileştirici özellikleri olduğu bilinmektedir. Kırmızı lekeler, sedef gibi deri hastalıkları, EFA’nın antiinflamatuar etkilerine direnemeyip yok olurlar.  Güneş yanıkları keten tohumu yağıyla tedavi edildiğinde daha hızlı iyileşir. 

  • SAÇ VE TIRNAKLARI BESLER: Keten tohumu yağında bolca bulunan Omega–3 yağ asitlerinin saç ve tırnakların sağlıklı büyümesine etki ettiği gözlemlenmiştir.

  • UYUŞUKLUK VE KARINCALANMA GİBİ BOZUKLUKLARA SEBEP OLAN SİNİR SİSTEMİ RAHATSIZLIKLARINI AZALTIR: Keten tohumu yağındaki EFA’lar sinir tepilerinin iletimini hızlandırır. Bu yağın sinir besleyici özellikleri Parkinson hastalığının tedavisinde ve diyabet, skleroz gibi hastalıklara karşı koruyucu olarak kullanılabilir. 

  • KANSER RİSKİNİ AZALTIR VE YAŞLANMA ETKİLERİNİ GECİKTİRİR: Keten tohumu yağında bulunan lignanların göğüs, kolon, prostat ve hatta deri kanserine karşı koruma sağladığı düşünülmektedir. Toronto Üniversitesi’nde yapılan çalışmalar, göğüs kanserine yakalanan kadınların, kanserin ilerleme derecesine bakılmaksızın, keten tohumu yağıyla yapılan tedaviye cevap verdiklerini saptamıştır. Çalışmalar lignanların yaşlanmanın çeşitli etkilerini de geciktirdiğini ortaya çıkarmıştır. 

  • MENOPOZ BELİRTİLERİNİ, ADET KRAMPLARINI VE KADINLARDA KISIRLIĞI TEDAVİ EDER: Keten tohumu yağındaki hormon dengeleyici lignanlar ve bitki östrojenleri, kadınların östrojen ve progesteron oranını dengelemeye yardımcı oldukları için adet sorunları ve menopozla savaşta çok yararlıdırlar. Keten tohumu yağı rahim fonksiyonlarını arttırır ve bu yüzden kısırlık problemlerini ortadan kaldırır.

  • PROSTAT, ERKEKTE KISIRLIK VE İKTİDARSIZLIĞA KARŞI ETKİLİDİR: Keten tohumu yağındaki EFA’lar, prostatın şişip iltihaplanmasını engeller. Prostatın belirtisi olan idrar torbası şişmesi bu yağın kullanımından sonra azalır. EFA’lar aynı zamanda sperm sağlığını da korur ki bu da erkelerde kısırlık tedavisinde çok önemlidir. EFA’lar penise kan pompalanmasını hızlandırarak, iktidarsızlığı ortadan kaldırır.
Keten tohumu yağının kullanım esnasında ısıya maruz bırakılmaması tavsiye edilmektedir.

HAYATI FAYDASIZ TEKRARLARLA YAŞAMAK


Hayatımızdaki aynı döngüden şikâyet eder dururuz. “Yaşamımda her şey tekrar ediyor, bir kısır döngüdür gidiyor,” diye dertleniriz. Bu şikâyeti yaparken, hep dünyayı suçlar ve başkalarının bizi incittiğine, felaketler yaşattıklarına inanırız. Bu inanca sahip insanlar, aynı olumsuzlukları tekrarlar şeklinde yaşamaya devam ederler. Ne acıdır ki, bu kısır döngüye sıkışan insanların gerçek bir geleceği olamaz; yalnızca tekrar tekrar yaşadığı bir geçmişi olur. 

Hayatımız, faydasız tekrarlarla devam eder duruma geldiyse bunun suçlusu kimdir? Yaşamın getirdikleri mi, başka insanlar mı? Eğer biraz, farkına varma eylemimizi artırırsak bunun suçlusunun kendimiz olduğunu anlarız. Sorunun kendinde olduğunu anlamayan insanlar, çözümü başkalarının huzurunu bozmakta ya da yaşamı kendilerine zehir etmekte bulurlar.

Sürekli dırdırlarla en yakın çevrelerinden başlayıp, başka insanları suçlayarak mutsuz ederler, huzur kaçırırlar. Tabi, kendi huzurları da kalmaz. Oysa şöyle geçmişlerine tarafsız bir gözle bakmayı ve incelemeyi deneseler, hayatlarının hep aynı hataları tekrarlamaktan oluştuğunu anlayacaklar. Doğal olarak gelecekleri de aynı hataları tekrarlamaktan oluşacak.

Hayatımızda hatalar olacaktır. Onlar; başarıya, mutluluğa ve huzura giden yolda deneyimler kazanmamızı sağlayan küçük sendelemelerdir. Yeter ki, hatalarımızı tekrarlamak yerine ders alma becerimizi geliştirelim. Hata yaptığımız konulara yaklaşımlarımızı değiştirerek yönelelim. Sonunda bizim için en iyi olana ulaşacağımıza inanalım.

Olaylara, sorunlara yaklaşımlarımızı değiştirmek yerine, başkalarını ve hayatı suçlamak yapacağımız en büyük yanlıştır. Biz dünyaya ne verirsek o da bize aynısını verir. Agresif ve suçlayıcı olursak, başkaları da bize böyle yaklaşır. Ama yapıcı ve olumlu olursak başkalarından da bu tarz tutumlar görürüz.

Geleceğimize ayna tutacaksa önce geçmişimizi temizlemeliyiz. Yapacağımız bir iç hesaplaşmayla geçmişimizde bizi bağlayan ne korkumuz, yanlışımız varsa onlardan arınmalıyız. Elimizi kolumuzu bağlayan boş inanç ve ön yargılardan kurtulmalıyız. Kendimizi affetmeli, geleceğimize temiz bir sayfayla yeniden başlamalıyız. Bunları yaptıktan sonra bir daha asla “keşke” demeden emin adımlarla hedefimize adanmalıyız. Hayatı faydasız tekrarlarla yaşamaktan vazgeçmeliyiz.

Şadan HERGÜNER

NEDEN MUTLU DEĞİLİZ


Tolstoy’a, “Nasıl mutlu olursunuz?” diye sorduklarında şu cevabı vermiş:
“Sahip olduğum şeylere sevinerek, sahip olmadıklarıma ise hiç üzülmeyerek

Oysa bizler mutluluğu, sahip olmak için uğraş verdiğimiz şeylere bağlayarak beklemez miyiz?
“İstediğim gibi bir ev aldığımda çok mutlu olacağım.”
“Kırmızı bir arabam olunca mutluluktan havalara uçacağım.”
“Bir çocuğumuz olunca mutluluğu yakalayacağız.”
Sadece bu örnekler bile mutlu olmayı, beklentilere bağladığımızı gösteriyor. O nedenle bir türlü kendimizi mutlu hissedemiyoruz. Mutsuz olmaktan dert yanıyoruz.

Yaşam herkese aynı vericilikte olmuyor. Kiminin parası çok, kiminin yok. Kiminin güzel bir ailesi var, kimi hayata başlarken daha anne veya babadan yoksun. Kimine gümüş tepsilerle olanaklar sunulurken, kimi her şeyi tırnaklarıyla kazıyarak elde ediyor.

Peki, bizler nasıl mutlu olacağız? Bence Tolstoy’un yaptığı gibi…
Elimizdekinin değerini bilerek, sahip olamadıklarımıza üzülmeyerek! Çünkü hayat, elimizde olmayanlara hayıflanıp, üzülecek kadar uzun değil.
Mutluluğu sadece beklentilere bağlamayarak, şükretmemiz gereken pek çok şeye sahip olduğumuzu fark ederek mutlu olacağız.

Ölümcül bir hastalığımız yoksa, aç ve açıkta değilsek, aile bireylerimiz bizimleyse şükretmemiz gerekmez mi? Varsın büyük bir bolluk içinde olmayalım. Olanla yetinmeyi ve mutlu olmayı bilelim. Aksi halde hiçbir zaman mutlu olamayız. Çünkü insanın ihtiyaçları sonsuzdur. Her sahip olunandan sonra yeni bir istek daha çıkar ortaya. Mutluluğu bunlara bağlamak doğru olmaz.

Hayatımızda sahip olduğumuz ne varsa, ona önem verelim, bize yaşattığı her duyguya minnet duyalım. Olmayanın yasını tutmak yerine, olanın varlığında huzur bulalım. Ve karşılık beklemeden sevelim. Seven yürekler çevresine olumlu enerji yayarlar. Sıcak bir gülümseme, sevgiyle yaklaşma, anlayışlı ve hoşgörülü olma bizi çevremize sevdirir. Sevilen insan olmak bizi mutlu etmez mi?

Şadan HERGÜNER
 
Gezergen Tasarım by Gezergen Blog