Translate

SEÇMEN SAYISI NASIL ÇOĞALDI?

Seçimlere az bir süre kala ülkemizde yine hayrete düşürücü olaylar yaşanmaya başladı. Türkiye genelinde başta İzmir olmak üzere inanılmaz bir seçmen hareketliliği yaşanıyor. Seçmen listeleri askıdan indi inmesine de, listelere mezarlarında yatan insanlar da girdi. Yani kabirlerinden kalkıp, oy kullanmak için seçmen oldular. Üstelik bu sayı inanılması güç denecek bir rakam. Sadece İstanbul Küçükçekmece’de 1500 adet seçmen fazlası var. Bu seçmenler ya ölü ya da başka yerlere taşınmış insanlar.
İstanbul, İzmir, Ankara ve Türkiye’nin her yerinde bu rezillik yaşanıyor. Ve her nedense ölü insanların seçmen olması ilk kez yaşanıyor. Ölü seçmenlerin akrabaları, daha önce böyle bir şeyle karşılaşmadıklarını söylüyorlar. 10 yıl, 15 yıl, 25 yıl önce ölmüş insanlar birden seçmen oldular.
Hadi, kömür, para, altın, yiyecek yardımlarına alışmıştık da, ölü insanları kullanmak da ne oluyor? Bu nasıl bir vicdansızlıktır. Dünyadan çoktan ayrılmış olan bu insanların akrabalarını, çoluk çocuğunu üzmeye kimin hakkı var ki…
Hileyle, kandırmayla, türlü oyunlarla sonuç almak ne kadar mümkün?
Sahte olanlarla daha ne kadar yol alacağız. Seçmen sahte, zemzem suyu sahte, konuşulanlar sahte, yüzlerde ki maskeler sahte yaşanan hayatlar sahte kısacası yaşam sahte.
Bu yaşananlarla çocuklarımıza daha ne kadar yanlış örnek olmaya devam edeceğiz? Ülkemizi daha ne kadar komik duruma düşüreceğiz?
Kendimizi düşünmüyorsak, çocuklarımızı düşünelim. Yaşadığımız her sahteliğe artık yeter diyelim.

Şadan Hergüner
Kriz... Evet son aylarda herkesin dilinde olan tek kelime. Krizle yatıyor onunla kalkıyoruz. Binlerce insan işinden çıkarıldı. Doğal olarak da onbinlerce insan çok zor durumda kaldı. Evli, iki çocuklu bir erkeğin işten çıkarılması demek, eşi de çalışmıyorsa, geçim sıkıntısına düşen 4 kişi demektir. Ülkemizin her yerinde bu sayı hızla artıyor.
Bu arada işsizler ordusunuz üyelerinden biri de benim. 4 aydır çalışmıyorum. Bu durumun zorluğunu çok iyi biliyorum. Günlerim internette kariyer ve iş ilanı olan sitelerde, uygun bir iş aramakla geçiyor. Üstelik vasıflı personel konumundayım. Ama, sonuç alamıyorum. Çünkü şirketler eleman almıyor. Alanlar da en düşük maaşı verebilecekleri kişileri arıyorlar.
Hadi iş buldun çalışıyorsun diyelim... Maaşını alabiliyor musun? Hayır. İnsanlar bir ay boyunca emekle, uğraşla çalışıyor. Ay sonu geldiğinde evine götüreceği, çoluk çocuğunun, evinin ihtiyaçlarını karşılayacağı maaşını ne yazık ki alamıyor. 3 - 4 aydır maaş alamadan çalışanlar var. Ama yine de bir işim var deyip, çalışmaya devam ediyorlar... Peki bu insanlar ne yapıyor? ne yiyiyor, ne içiyor, işine gitmek için yol parasını nerden buluyor, çocuklarını okula nasıl gönderiyor? Kocaman bir bilinmeyen...
Geçen gün herkesin ücretsiz ilan bıraktığı bir sitede iş ilanlarına bakıyordum. Okuduğum bir ilan yüreğimi acıttı, içimi yaktı. Aynen şöyle diyordu: "Acil iş arıyorum. Lütfen iş verin. Açım, var mı bunun ötesi..."
İşte Türkiye gerçeği. Biraz klasik oldu ama. Ne yazık ki durum bu. Ne kadar süreceği belli değil. Kimisi birbuçuk yıl devam edecek diyor. Kimisi, mayıs 2009 dan sonra düzelme başlayacak diyor. Kimisi de fazla abartmayalım, gelip geçecek diyor. Türk insanı olarak krizlere alışığız ya.
Herşey iyi güzel de karınları aç olan, çocuğunu doyuramayan, kirasını ödeyemeyen, sokakta kalmak durumunda olan insanlar ne yapacak? Bunu düşünen yok mu? Çok merak ediyorum.
Bu daha ne kadar gidecek. Aşsız, evsiz, barksız, parasız kalan insanlar nereye kadar dayanacak.
Hiç kimse bu durumdan korkmuyor mu? Gerçekten merak ediyorum...

Şadan Hergüner

ÇOCUK YETİŞTİRMEK

Çocuklar güzeldir. Kokuları mis gibidir. Suyun berraklığı, güneşin sıcaklığı gibidirler. Onları işlemesini bilmek gerekir. Çünkü onlar bir madendir. Aydınlığa açılan penceredir. Onlar çiçektir. Asla susuz kalmamalılar. Çocukları besleyen su, sevgi ve ilgidir. Bedenlerini yiyecekle beslediğiniz gibi ruhlarını da sevgiyle, ilgiyle beslemelisiniz. Sevilmek çocuğun gelişimi için gıda gibi gereklidir.
Susuz kalmış çiçeklere ne olur, bilirsiniz. Önce renkleri solmaya başlar, ardından yaprakları sararır, sonunda kuruyup ölürler. Çocuklar da böyledir. Gerçi aldıkları gıdalarla fiziksel bedenleri büyür, gelişir ama sevgi ile beslenmeyen ruhları ve yürekleri, sulanmayan çiçekler gibi solar.
Çocukların dünyaya bakış açıları farklıdır. Onların yürekleri daha bir canlı ve sevgiye hazırdır. Çocuklar saflığın ve temizliğin örneğidir. İçlerinde art niyet yoktur. Akıllarına geleni katıksız bir dürüstlükle söylerler. Çünkü onlar, eğer öğretilmediyse yalanı bilmezler. Sadece geniş bir hayal dünyaları vardır. Bazen çocuğunuz için, “Bunları nasıl uyduruyor?” dediğiniz olmuştur. Aslında o size yalan söylemiyor, yalnızca hayal dünyasından bilgiler aktarıyordur. O zengin bir dünyadır. İçinde pek çok arkadaş, oyuncak, farklı mekân hatta başka bir anne ve baba bile barındırır.
Çocuklar melek gibidir. Her çocuk dünyaya iyi olmak üzere gelir. İyiye ve güzele eğilimlidir. Ta ki yanlışlar öğretilinceye kadar. Yanlış yapmayı bir kez büyüklerinden öğrendi mi, “Onlar bunu yapıyor, öyleyse ben de yapabilirim” dedi mi iş bitmiştir. Artık çocuk öğrenilmiş hataları, yanlışları yapmakta sakınca görmez. Peki, suç onun mu yoksa dikkatli olmayan anne ve babasının mı? Tabi ki onun değil. Masum bir yavruya gerekli değerleri veremez, ruhunu sevgi ve ilgiyle besleyemez, öğrenilmiş hatalar içinde büyümesine neden olursanız, ondan ne bekleyebilirsiniz? Büyüyünce kendisi doğruyu bulabilir diyerek, doğru insan olmasını bekleyemezsiniz. Bu hata olur. Özellikle yalan söylemeyi, gerçekleri saklamayı, dayak atmayı, kavga etmeyi, haksızlık yapmayı, başkasının malına zarar vermeyi sizden öğrenmişse, ondan dürüst ve doğru insan olmasını asla bekleyemezsiniz.
Çocukların ilk öğretmenleri anne ve babalarıdır. Sevmeyi, saygıyı, doğruluğu, paylaşmayı ve daha pek çok şeyi aile içinde öğrenirler. Üstelik onlar güçlü bir alıcı ve kaydedici gibidirler. Hemen öğrenirler. Bir birey olmayı da aile içinde öğrenirler. Bilgiye açtırlar sürekli sorarlar. Oysa bazı anne, babalar bu sorulardan sıkıldıkları için ya cevap vermezler ya da çeşitli nedenlerle çocuklarını başlarından savarlar. Günümüz koşullarında zorluklar içinde çalışan, yorulan, yaşam savaşında didinen çiftler biraz da haklı olarak eve geldiklerinde, rahat etmek isterler. Çocuk dırdırından rahatsız olurlar. Onlara yeterli zamanı ayıramazlar. Gerçi tüm anne ve babaların böyle olduğunu söyleyemeyiz. Bir çocuk yetiştirmenin ne anlama geldiğini bilen eğitimli, özverili çiftler de var. Çalışma hayatının güçlüklerine rağmen dengeleri kuranlar var. Demek ki istendiğinde bu denge kurulabiliyor. O halde niye her çift bunu yapamıyor? Tek bir nedeni var, eğitimsizlik. Sağlıklı bir yaşam için iletişim kurmayı bilmemek. Doğru iletişim içinde çocuk yetiştirmeyi öğrenmemiş olmak.
Anne ve babaların öncelikle şunları sorgulaması gerekir. Biz neden çocuk sahibi olduk? Yaşamanın gittikçe zorlaştığı şu dünyaya neden çocuk getirdik? Bu iki sorunun yanıtını açık yüreklilikle vermek gerekir. Pek çok çift için öncelikli neden, çocuk sevgisini tatmak, onu doyasıya sevmektir. Sonraki neden, yaşlandıklarında kendilerine bakabilecek, en azından yardımcı olabilecek çocuklara sahip olmaktır. Aslında bunun garantisi yoktur ama nedenlerden birini oluşturur. Önemli bir diğer neden de soylarını devam ettirmektir.
Bu bağlamda baktığımızda hiçbir çocuk kendi isteğiyle dünyaya gelmiyor. Çiftler istedikleri için, aile bağı oluşturmak için çocuk sahibi oluyorlar. Hatta yolunda gitmeyen evliliklerini kurtarmak için bile çocuk sahibi olanlar var. Oysa ne yanlış bir düşüncedir. Çünkü bu geçici çözümlerin sonunda, anne ve babası boşanmış veya çok huzursuz ortamda büyümek zorunda kalmış sorunlu ve mutsuz çocuklar ordusu hızla artıyor. Bu çocuklar daha sonra birer yetişkin olarak topluma katılıyor.
Anne ve babaların çocuk sahibi olmadan önce düşünmeleri gereken en önemli ayrıntı ise çocuğa gereken ilgiyi ve sevgiyi gösterip, gösteremeyecekleridir. Çünkü ilgi ve sevgi görmeden büyüyen çocuklar, sorunlu yetişkinler olacaktır. Özellikle evlilikleri rayına oturmamış çiftler çocuk yaparak, onları mutsuz ve huzursuz bir aile ortamına mahkûm etmemeliler. Boşandıkları zaman da çocuklarını anne veya babasından ayrı yaşamak zorunda bırakmamalılar. Kısaca ziyan etmek için dünyaya çocuk getirmemeliler.
Çocuk sahibi olacak çiftler bilinçli olarak yaptıkları bu seçimin gereğince her şeyi göze almalılar. Çocuklarıyla bir plan içeriğinde ilgilenmeliler. Onların sorularına sıkılmadan cevap vermeli ve çocuklarına kendi davranışlarıyla örnek olmalılar. Çocuklarını bir birey olarak görmeli, onun da bunu anlamasını sağlamalılar. Zaman ayırarak, çocuklarıyla oynamaları, gezmeleri ve onlara doğru değerleri vermeleri gerekir.
Çocuğa iyi bir eğitim veremeyecek, onu hayata hazırlayamayacak, hepsinden önemlisi onu sevip ilgi gösteremeyecek çiftlerin çocuk sahibi olmaları, iletişim kuramayan, mutsuz ve kendini değersiz hisseden insanların çoğalmasına neden olacaktır. Oysa çiftlerin çocuklarına sevgiyi, sevmeyi öğretmeleri, gerekir. Bunu öğrenen çocuk çevresine sevgi verir. Sevgi ve ilginin verdiği güven duygusuyla büyüyen çocuk, ilerde kendi çocuklarını da böyle büyütür. Bunları öğrenmeden büyüyen çocuk, sonraki yıllarda gerek anne, babasıyla gerekse başka insanlarla iyi bir iletişim içinde olamayacaktır. Küçük bir çocukken, sorularına yanıt vermeyen, ilgi göstermeyen, başından savan anne ve babasına, hatta kendi çocuklarına bile ilgisiz bir yetişkin olabilecektir. Ruhu sağlıklı gelişmediği için kendisine de topluma da zararlı olacaktır. Kendisiyle barışık değil kavgalı, başaran değil kaybeden olacaktır.
Tüm bu doğruların ışığında çiftlerin çocuk sahibi olma konusunda, daha bilinçli ve gerçekçi olmaları gerekmektedir. Önce kendi aralarında doğru iletişim kurmayı öğrenmeliler. Kendilerini eğitmeliler. Ardından mutlu, dengeli ve başarılı çocuklar yetiştirmek için gerekli özverileri yapabilmeliler. Çünkü yanlış değerlerle, sevgisiz ve ilgisiz büyüyen bir çocuk, aynı özelliklere sahip başka çocuklar demektir.


Şadan HERGÜNER

ALİ’NİN ACI DRAMI

Ali, İzmir’in ilçelerinden Ödemiş’e bağlı bir köyde ailesinin beşinci ve son çocuğu olarak dünyaya geldi. İki ablası iki de ağabeyi vardı. Babası çiftçiydi. Annesi hem babasına yardım eder, hem de evi çekip çevirirdi. Tüm çocuklar okul zamanı dışında tarlada çalışır, aileye katkı sağlardı. O yıllarda köyde sadece ilkokul vardı. Ali’nin babası sinirli ve kaba bir adamdı. Çocuklarını sever ama kızdığı zaman onları dövmekten çekinmezdi. Hatta karısını da döverdi. Böyle bir aile yapısında büyüyordu Ali. İlkokulu bitirdikten sonra öğrenimine devam etmek için babası onu en büyük çocukları olan ve İzmir’de yaşayan Aysel’in yanına gönderdi. Aysel Ali’den 12 yaş büyüktü. İlkokul öğretmeniydi ve evlenmişti. O da ilkokuldan sonra başka bir şehirde yatılı okumuş, ailesinden epeyce kopmuştu. Aysel biraz asi, biraz uçarı bir ruha sahipti. Farklı bir dünyası vardı. Eşi Fuat mühendisti. Şehir dışı iş gezileri çok olurdu. Ama iyi bir insandı. Karısını da seviyordu. Evlilikleri iyi gidiyordu.
Ali okul için ablasının yanına geldiğinde 13 yaşındaydı. Sevinçliydi. Artık şehirde ve güzel bir evde olacak yeni bir yaşama başlayacaktı. Eniştesini de severdi. İyi anlaşırlardı. Ama ablasını fazla özgür, çok rahat, biraz da bencil bulurdu. Aysel’in çocuğu da olmuyordu. Fuat ise bunu sorun yapmıyordu.
Okul açıldı, Ali okula başladı ve kısa sürede uyum sağladı. Dersleri iyiydi. Sorunsuz bir çocuktu zaten. Ayda bir hafta sonları köye giderdi. İzmir’i de çok sevmişti. Kendine yapacak bir şeyler bulurdu okul dışında. Arkadaşlar edinmişti. Bu şekilde mutlu ve huzurlu bir 3 ay geçirdi. Ama bir gece tüm hayatı altüst oldu. Yaşadığı ve hiç anlam veremediği bir olayla küçük dünyası yıkıldı adeta.
O gece Ali, derslerini çalıştıktan sonra uyumak için odasına gitti. Eniştesi iş gezisindeydi. Yemekten sonra ablası da bir şeylerle uğraşmış sonra televizyon seyretmeye başlamıştı. Ali ona iyi geceler diledi ve yatmaya gitti. Saat 23.00 sularıydı, tam uykuya dalmak üzereydi ki, odasının kapısı açıldı gelen ablasıydı. Ali ona “Ne oldu abla bir şey mi var?” dedi. Aysel hiç cevap vermeden Ali’nin yatağına doğru geldi, üstündeki geceliği çıkardı ve çıplak olarak onun yanına uzandı. Çocuk şaşırmıştı. Ne olduğunu anlamaya çalışırken ablası onu okşamaya başladı. Ali karşı koymak istedi, kaçmak istedi. Aysel onu engelledi. “ Buna alışman gerek, bak benim de senin de buna ihtiyacımız var, karşı koyman anlamsız, çünkü yapacaksın.” dedi. Ali korku ve dehşet içindeydi. 13 yaşında bir çocuk cinsellikle bu şekilde tanışıyordu. Yaşadığı şeyin ne olduğunu bile anlamamıştı. Ablası, eniştesinin iş gezilerinde olduğu zamanlarda ve Ali okuldan eve geldiğinde onu buna zorluyor, çok normal bir şey olduğunu söylüyordu. Çocuk bir gün ablasına, “Bu durumu babama söyleyeceğim.” dedi. Aysel’in cevabı ise çok acımasızdı. “Eğer söylersen ben de ona ve eniştene bunu senin bana yaptığını söylerim.” diyerek Ali’yi tehdit etti. Çocuk çaresizdi, okulu ordaydı ve bu evde kalmak zorundaydı. Anne ve babası bu durumu öğrenirse, hele eniştesi bilirse neler olurdu?
Ali okul dönüşlerinde eniştesi eve gelene kadar içeri girmemeye çalışıyordu. Ya bir yerlere gidiyor ya da apartmanın önünde yağmurda bile eniştesinin gelmesini bekliyordu. Aysel ona kızıyor,” Neden dışarıda duruyorsun yağmurda hasta olacaksın, eve gel.” diyordu. Ama onun düşündüğü şey kardeşinin hastalanması konusu değildi.
Birkaç ay sonra Aysel eve bir köpek aldı. Köpekleri çok seviyordu ve kocasını buna razı etti. Yine kocasının evde olmadığı bir gece, köpekle beraber Ali’nin odasına geldi. “ Bana yardım et köpekle seks yapacağım, onu tutmanı istiyorum.” dedi. Ali ikinci yıkılışı da bu gece yaşadı. Kaçmak istedi, yapmayacağını söyledi ama Aysel onu tekrar tehdit etti. Eli mahkûmdu, gözyaşlarına boğularak önce ablasının köpekle ilişki kurmasına yardım etti sonra da ablasının zorlamasıyla o ilişki yaşadı. Çocuğun küçük dünyası altüst olmuştu. Doğru ve yanlış karışmış, ne yapacağını bilmez hale gelmişti. Kendini derslerine veriyor başarılı olmaya devam ediyordu. Ama psikolojisi çok bozulmuştu. Tek tutunduğu şey okulu ve dersleriydi. Aysel ona
ensest ilişkileri ve hayvanlarla yaşanan cinselliği içeren videolar izletiyor, bunun çok doğal olduğunu, herkesin yaptığını anlatıyor ve ikna etmeye çalışıyordu.
Yıllar böylece akıp geçti. Ali lisenin ikinci sınıfında babasından ona ayrı bir ev tutmasını istedi ama babası bunu kabul etmedi. Ve sonunda lise bitti, Ali üniversite sınavlarında İstanbul’da bir okul kazandı ve oraya gitti. Bir daha Aysel ile iletişim içinde olmadı. Sadece bazen köyde aile içinde karşılaştılar.
Eğitimi tamamladıktan sonra İstanbul’da bir iş buldu ve oraya yerleşti. Ev düzenini kurdu. Artık kendine ait bir hayatı vardı. Mutlu olması gerekirdi ama değildi. Çünkü hiçbir kıza ilgi duyamıyor, bu anlamda ilişki yaşayamıyordu. Her kız ona Aysel gibi geliyordu. Ama cinsel yaşamı olması gerekiyordu. Bildi tek şey vardı bu konu da yapabileceği. Hayvanlar. Evet, bir köpek aldı evine ve onunla bir dünya kurdu kendine. Yıllar tekrar bu biçimde akmaya başladı. Yazları tatilde ailesine, köye gittiğinde bu kez daha farklı hayvanlarla cinsellik yaşadı. Onun yaşamı artık buydu. Başka seçeneği yoktu. Evinden köpek hiç eksik olmadı.
34 yaşlarındayken bir kadına ilgi duyar gibi oldu. Yaşadığı hayattan da kurtulmak istiyordu. Onunla bir ilişki yaşamaya başladı. Ama uzun süreli olamadı bu, başaramadı. 3 ay sonra bitirdi bu ilişkisini. Yeni bir köpek alıp eski yaşamına döndü. İş hayatı iyi gidiyordu. Tek tesellisi buydu. Aradan bir 10 yıl daha geçti. 44 yaşındaydı ve kendine ait evinde kendi ailesi olmadan yaşamaktan artık bıkmıştı. Bir kez daha denemek istedi hayat tarzını değiştirmeyi. İçten istedi bu kez, arınmak, temizlenmek istedi. Hiç kimseye anlatmadığı hikayesini, bir psikiyatri uzmanıyla da paylaşmaktan çekiniyor, utanıyordu. Çok güncel olan bir iletişim şeklini seçmeye karar verdi ve bir arkadaşlık sitesine üye oldu. Hiç tanımadığı insanlarla konuşmak, belki de ona yardımcı olabilecek bir kadın arkadaş bulmak istiyordu. İşte bu sırada Sema ile tanıştı. O bir iletişimciydi. İnsan ilişkileri güçlü, akıllı, eğitimli bir kadındı. Kısa bir süre sıradan şekilde yazıştılar internette ve arkadaş oldular. Ama bu arkadaşlık internette yazışmakla sınırlıydı. Hiç yüz yüze görüşmediler. Ali ona ısındı, içtenliğini ve samimiyetini hissetti. Sema’ya ilk önce kendini üstü kapalı olarak anlattı. Sadece köpeği ile nasıl bir ilişkisi olduğunu, bundan da kurtulmak istediğini söyledi. Sema ona çok ılımlı yaklaştı. Ürkütmeden, kınamadan ona ne yapması gerektiğini sadece tavsiye etti. Ali bir uzman doktora gitmek istemiyordu ama Sema’ya köpeğini evden göndereceğini ve bir daha bunu yapmayacağını söyledi. Ardından da Sema ile netteki iletişimini kesti. Sema ondan haber alamadığı için endişeliydi fakat aralarında iletişim kuracak başka bir kanal yoktu. 3 ay sonra bir gün Ali internette tekrar Sema’nın karşısına çıktı. Tatildeydi ve köyde ailesinin yanındaydı. Tekrar yazışmaya başladılar. Ali, Sema’ya söz verdiği gibi köpeğini 3 ay önce evden gönderdiğini ve bu süreçte hiçbir şekilde hayvanlarla cinsellik yaşamadığını, hatta şu an köyde olduğu halde iradesine sahip çıkıp bunu yapmadığını anlattı. Sema çok mutlu olmuştu. Ali’ye artık kadınlara ilgi duyması için bir şeyler yapmasını ve bir doktordan yardım almasını söyledi. Ali de bazı değişimler vardı ama yeterli değildi. İşte bu yazışmalar sırasında Ali Sema’ya, ablası ile yaşadıklarını niçin bugün bu halde olduğunu anlattı. Ve ona sordu “ Söyle bana sen benimle sevişebilir misin, bir ilişiki yaşayabilir misin?” Sema ne diyeceğini bilemedi ama ona “İletişimde kalalım ve tanışalım, ben sana yardımcı olmak istiyorum.” dedi. Sema’nın amacı onunla tanışmak, sapık bir ablanın kurbanı olan bu insanı tedavi olması için ikna etmekti. Ona ilgi duyar mıydı, ilişki yaşayabilir miydi? Bunları o an tahmin edemiyordu ama Ali’ ye yardım etmeyi çok istiyordu. Ali de belki bunları hissetmiş ya da sezinlemişti.
Sema günlerce Ali’nin internette olmasını bekledi, bir haber almak istedi. Ama Ali yine yok olmuştu. Ona mailler attı fakat yanıt alamadı.
Yüreğini acıtan, Sema’yı adeta isyan ettiren bu öykü onun içinde bir yara olarak kaldı. Çünkü Sema bir daha Ali’den hiç haber alamadı. Ali nerdeydi, iyileşebilmiş miydi, yaralarını sarmak için bir doktora gidip, hayatını özlemini çektiği şekle sokabilmiş miydi? Ne yazık ki Sema bunu hiçbir zaman öğrenemedi.

Şadan Hergüner

KADINLAR ERKEKLERDEN NE İSTER?

Kadınlar erkeklerden çok şey ister ama bence öncelikle anlayış ister. Erkeklerin hep sordukları ama tam yanıtını bulamadıkları bir soru bu. Doğruyu söylemek gerekirse, bulmaları pek mümkün değil. Çünkü biz kadınlar da onların bizden ne bekledikleri sorusunun yanıtını bulamıyoruz. Şimdi her iki cins için söylüyorum, empati yapmaya çalışsak… Sonuç alamayız çünkü bir kadın erkek olmak nedir veya bir erkek kadın olmak nedir bilemez ki. Ne zor bir durum! Peki ne yapmalıyız? Karşılıklı olarak olduğu gibi kabullenmeli, uzlaşma yolunu bulmalıyız. Bence bu işin başka çözümü yok.
Gelelim kadınların ne istediklerine. Önce anlayışla birlikte saygı ister. İkili ilişkilerin ilk şartlarındandır bunlar. Karşınızdaki insandan saygı ve anlayış göremezseniz kendinizi değersiz hissedersiniz. Adam yerine konmuyor hissedersiniz.
Kadın erkeğinden sevgi ve ilgi bekler. Çünkü sevgi en açılmaz kilitleri açan anahtardır. İlgi görmek ise kadına beğenildiğini, özel olduğunu düşündürür. Sevdiği erkeğin onu önemsediğini hissettirir. Ama ilgi görme işini abartan kadınlar, erkeklerde bıkkınlık yaratır. Kadının, bu isteğinin dozunu iyi ayarlaması gerekir.
Kadınlar erkeklerden iltifat almayı severler. Bu, gururlarını okşar. Her kadın yapılan iltifatın ne kadar gerçeklik taşıdığını bilir ama yine de güzel sözler duymayı ister. Buna biraz, ego tatmini diyebiliriz. Sonra erkeği için yaptığı şeylerin karşılığında bir teşekkür bekler. Bu teşekkür ona, erkeği için yaptıklarının, erkek tarafından önemsendiğini düşündürür.
Yaptığı fedakarlık ve özverilerin karşılık bulmasını ister. Maalesef bunu hiç bulamayan kadınlar da var ama, eğitimli ve kariyer sahibi kadın bu karşılığı bulamazsa asileşir. Hırçınlaşır. Hatta karşısında ki adama hayatı dar edebilir.
Her kadın sevdiği erkek tarafından biraz kıskanılmak ister. Bu kadına erkeği için önemli olduğunu, onun tarafından güzel bulunduğunu ve sahiplenildiğini hissettirir. Fakat aşırıya kaçan kıskançlık krizlerinden nefret eder. Hele hayatını kısıtlamaya kalkan paranoyak krizleri asla istemez.
Kadın sevdiği erkeği paylaşmak istemez. Kadınların büyük bölümü, bir erkeği severken başka bir erkekle ilgilenmez, ilişki yaşamaz. Bu nedenle hayatındaki erkeği başkasıyla paylaşmaz. Erkeğin kaçamağını yakaladığı anda felaket yaşanır. Bir başka kadının kendisine tercih edilmesi onu çıldırtır. Gücü varsa hayatındaki adamın canına okur. Erkekten sadakat bekler.
Kadın erkeğine güvenmek ister. Güven duyduğu adama, kendini güçsüz hissettiği zamanlarda sığınmak ister. Ama erkeğinin de kendisine güvenmesini ister. Zaten karşılıklı güven duygusunun eksik olduğu ilişkiler uzun soluklu olmaz.
Kadınlar erkeklere oranla daha kolay affederler, bağışlayıcıdırlar. Bazen aldatan erkeği affederler ama hep içlerinde bir burukluk kalır. Aynı olay tekrarlanırsa, ilişkiyi bitirme gücüne sahip olan kadınlar, arkalarına bile bakmadan çekip giderler.
Kadın bir karar verdiyse bunu kolay kolay değiştirmez. Hele sabit fikirli, inatçı bir kadınsa onu kararından vazgeçirmek nerdeyse mümkün değildir. Bu tarz kadınların, erkekler tarafından idare edilmesi gerekir. Ve kadın ilişkiyi bitirmeye karar verdiyse, erkek onu durduramaz. Gidecek olan kadını hiçbir erkek geri çeviremez. O kararını vermiştir.
Aslında her kadın için özgür olmak önemlidir. Ama hepsi bu hakkını dilediği gibi kullanamaz. Sınırlandığı zaman da içsel sıkıntılar yaşamaya başlar. Kendisini kısıtlayan erkekten hırsını farklı tepkilerle alma yoluna gider. Belki canı daha çok sıkılır, yanar ama bunu yapar.
Kadınlar değişikliği severler. Modayı takip etmeleri bu özellikleri nedeniyledir. Güzel ve bakımlı olmayı severler. Alışverişi severler. Kendilerinde yaptıkları değişimin erkek tarafından fark edilmesini beklerler. Erkek bunu atlarsa, hakkında pek hayırlı olmaz.
Kadınlar monoton erkekleri sevmezler. Heyecan veren, sürprizlerle dolu olan erkekleri tercih ederler. Kendilerini güldüren, ruhlarına hitap eden, kadir kıymet bilen erkeklere hayatlarını adarlar.
Bir de kadınlar kendileri için en doğru erkeği bulma konusunda biraz takıntılıdırlar. Emin olmak istedikleri için erkekleri bir takım testlere tabii tutabilirler. Çoğu zaman erkek bunun farkına bile varmaz. Ama bir kez emin oldu mu, karşısında ki erkek de onu gerçekten seviyor ve istiyorsa işte o zaman sevdiğine dünyaları sunar.

Şadan HERGÜNER

ERKEKLERİN HAKKINI VERMEK LAZIM

Hanımlar, hadi gelin erkekler hakkında biraz dedikodu yapalım. Ama aramızda kalsın. Onlara pek duyurmayalım. Sonra şımarırlar. Çünkü bu kez, haklı oldukları konulardan bahsetmek istiyorum. Onların bizlerde sinir oldukları, hayret ettikleri ve sevdikleri şeylerden söz edeceğim. O yüzden duymasınlar diyorum.
Bazen onları çıldırtıyoruz. Yani çok üstlerine gidiyoruz. Hani kıskançlık krizlerimiz tutunca, onlardan şüphelenince galiba bir kısmımız, biraz abartıyoruz konuyu. Adamları doğduğuna pişman edenlerimiz bile var. Türlü denemelere tabi tutanlar, hatta peşlerine dedektif takanlar var. Zavallılar bu durumda ne yapacaklarını şaşırıyorlar, birde kuşkular yersizse düşünün hallerini. Bence bu paranoyak davranışlara hiç gerek yok ama yapılıyor işte. Eh kadın kadına benzemiyor. Ne yapalım. Ha bu arada yeri gelmişken bir şeyi vurgulamakta yarar var. Erkeği çok kıskanır ve bunu da belli ederseniz, yanlış yaparsınız. Çünkü kendini bulunmaz Hint kumaşı gibi görmeye başlar. Çapkınlık yapacağı yoksa bile, adamın aklına koyarsınız, yapar. Benden söylemesi.
Sonra, bizim iç güdülerimiz vardır. Pek önem veririz onlara. İçimizden bir ses, “bu işi öyle yaparsanız bir sorun yaşarsınız” derse, iş bitmiştir. Adam o konuda en ince detaylarına varıncaya kadar bir plan yapmışsa bile önemli değildir. “Olmaz” diye tutturuveririz. İşte erkekler bunu anlamazlar. Şaşırıp kalırlar, tabi hevesleri de kursaklarında kalır. Höt höt bir adamsa, söyleneni dinlemeyebilir ama ince, zarif ve kibar bir erkekse, “Aman ne halin varsa gör, kabahat bende senin için bir şeyler yapmaya çalışıyorum” der ve bir daha hiçbir şeyi tek başına planlamaz. Oysa istediklerini yapmayı denesek ne olur? Ölmeyiz ya…
Erkeklerin biz kadınlarda anlamadıkları, garip karşıladıkları bir konuda seyahate çıkarken bir sürü bavul hazırlamamız, “ o da lazım olur, aman bunu da alayım” derken, nerdeyse evi beraberimizde taşımamız konusudur. E haklılar, sonuçta bavulları taşıyanlar onlar. Valizlerin hamallığını yaparken canları çıkıyor.
Erkekler, kadınların yüzlerinde beliren en küçük kırışıklığı, aldıkları birkaç fazla kiloyu, ayna karşısında uzunca zaman geçirmelerini anlamakta zorlanırlar. Eh bu konuları çok abartan kadınlar da yok değil hani. Adama dakika başı, “bana baksana makyajım nasıl olmuş, yüzümde bir kırışıklık var sen de görüyor musun, saçım olmadı galiba, elbisem de mi kötü ne dersin?” diye sorarsanız, içine fenalık getirirsiniz. Sonra erkekler öyle çok abartılı makyajları sevmezler, boya küpüne düşmüş hatunlar onlara cazip gelmez, söyleyeyim size. Zaten kadın dediğin kendine güvenmeli, kendinle barışık olmalı. Erkeğin içini daraltmamalı bu tür konularla. İlla da içini daraltacağım diyorsanız, ipe sapa gelir konular bulmalısınız. Boş şeyler değil. Sanki sadece erkeklere güzel gözükmek için mi giyinip, kuşanıyoruz. Bunu öncelikle kendimiz için yapmalıyız.
Bir de erkekler, kadınların en ufak şeyi abarttıklarını, pire için yorgan yaktıklarını düşünürler Bizim çok alıngan olduğumuzu söyler, buna anlam veremezler. Şimdi bu konuda haklı oldukları bir yan var ama bizimde kendimize göre nedenlerimiz var. Bir kere biz kadınlar daha narin yapılı varlıklarız. Çabucak alınabiliriz. Bunu kabul etmeleri ve ona göre kendilerine dikkat etmeleri gerekir. Yani biz onların erkek arkadaşları değiliz ki, öyle garip şakaları falan kaldıralım, ya da “dan dun” konuşmalarına katlanalım. Ama pire için yorgan yaktığımız konusunda haklılar. Vallahi çok kızarsak, sorgusuz sualsiz yaparız bu işi. Ne demişler” yiğidi öldür ama hakkını ver”.
Ah bir de bizim uzun telefon konuşmalarımıza çok sinir olurlar. Sanki kendileri hiç yapmıyorlar. Elinden telefon düşmeyen erkekleri de biliyoruz. Ama biraz haklılar. Özellikle evde oturan hanımlar pek severler eşleri, dostlarıyla uzun uzun konuşmayı. Durum böyle olunca ne oluyor? Telefon faturaları kabarıyor da kabarıyor. Erkeklerin, ödeyeceğim derken canı çıkıyor. Aslında bu konuda biraz daha anlayışlı olabiliriz. Ne dersiniz?
Son olarak yaptığımız dırdırlardan söz etmek istiyorum. Bazı kadınlar bu işi gerçekten çok abartıyorlar. Sürekli söylenip adamın kafasını vıdı vıdı yerler. Ay ne gereksiz bir şeydir. Sanki devamlı söylendiğinde istediği sonucu alacak. Alamazsınız; sadece onu sinir edersiniz, soğutursunuz. Zaten bir şey olacaksa olur, olmayacaksa ne yapsanız boştur. Ne diye hem kendinizi hem onu üzüyorsunuz. Bazı erkekler istenilen şeyi yapmak istemeseler de sırf dırdırdan kurtulmak için lanet okuyup yaparlar. Bazıları da inadına yapmaz. Bence durumu bu hale getirmenin hiç anlamı yok. İlişkiyi zedelemekten başka bir işe yaramaz. Yani erkekler bu konuda haklılar.
Peki erkeklerin kadınlarda sevdikleri şeyler nelerdir? Anlayışlı, huzur veren kadınları severler. Ne zaman başları dertte olsa, içleri daralsa, yardıma ihtiyaçları olsa, sevdikleri kadının yanında olmak, dizlerinde uyumak ve sevdiğine sığınmak isterler. Sevdikleri kadınların şefkat dolu kolları onları mutlu eder. Ve onlar, kendilerine erkek olduklarını hissettiren, heyecan veren kadınları severler. Yani hem huzur bulacak, hem de heyecan duyacaklardır. Bir de başarılarını, sevdikleri kadınla paylaşmak onlara çok iyi gelir.
Sevdikleri kadının aşamadığı bir sorunu olduğunda, kendilerinden yardım istemesi erkekleri mutlu eder. Korumacı yönleriyle hemen işe el atarlar. Sonra sevgililerinin onlarla yaramaz ve şımarık bir çocuk gibi konuşmalarını pek severler. Kendilerine ait bir giysiyi sevdiğinin üzerinde görmekse onlara ayrı bir keyif verir. En önemlisi de sevdikleri kadından bir çocuk sahibi olmak onları gerçekten çok mutlu eder.
Eh erkeklere bu kadar hak vermek yeter. Abartmayım değil mi? Şaka şaka. Her iki cinsin hakkıdır mutlu olmak. Seveceğiniz, huzur içinde olabildiğiniz ruh eşlerinizin olmasını tüm yüreğimle diliyorum.



Şadan HERGÜNER

ROMANTİK VE DUYGUSAL ERKEKLER

Romantizm. Kadınların bayıldığı bir konudur. Erkeklerinse büyük bir kısmında romantizm yoktur. Onlar hayata daha gerçekçi bakmayı severler. Sadece gençlik dönemlerinde kızları tavlamak için kullandıkları bir yöntemdir. Evlenmek istedikleri kadına da başlarda romantizm yaşatırlar fakat evlenip barklanınca her ne hikmettense bu duygudan uzaklaşırlar.
Tabi tüm erkekler böyledir demiyorum. Asla genelleme yapmıyorum.

Ben bu yazımda azınlıkta olan ama hep romantik olan erkeklerden söz etmek istiyorum. Bunlar çok şekerdir. Hani alıp, yüreğinizin içine sokasınız gelir. Kadın ruhundan iyi anlarlar. Nasıl etkileyeceğini, nasıl davranması gerektiğini bilirler. Üstelik romantik erkekler genelde çok da duygusaldır. Mantığını kullanmayı unutanları da unutmayanları da vardır. Eğer mantığını kullanmayı sevmeyen, romantik ve duygusal bir erkekle beraberseniz, ona istediğiniz pek çok şeyi yaptırabilirsiniz. Tabi bu özelliklerinin yanı sıra size aşık olması da gerekiyor. Ama mantığını kullanmayı unutmayan duygusal ve romantik erkekler daha farklıdır. Onlar öyle her dediğinizi yapmaz. Fakat sizi mutlu etmesini bilirler.

Şimdi, hayatınızda romantik bir erkek varsa üstelik eğitimli ve kariyer sahibiyse yaşadınız demektir. Yani bulunmaz nimettir sizin için. Çünkü kariyer yapmış erkek her şeyden önce akıllıdır. Sorumluluk sahibidir. Disiplinlidir, çalışarak kazanmayı bilir. Bu özelliklerinin yanı sıra duygusal ve romantik olması ise harika bir şeydir. Ayağınızı yerden kesecek güzellikleri, sürprizleri size sunabilir. Eeee bir kadın daha ne ister öyle değil mi?

Onlar sanki başka dünyanın insanıdır. Etrafınızda görmeye alıştığınız erkeklerden farklıdır. Hemen anlarsınız farkı. Size yaklaşımı, yakınlaşması, elini uzatması bile farklıdır. İzninizi almadan hiçbir şey yapmazlar. Size önem ve değer verirler. Kendinizi özel hissetmenizi sağlarlar. Yaşadıkları duygu yoğunluğunu sizinle paylaşırlar. Bundan da keyif alırlar. Düşüncelerinize, duygularınıza saygı duyarlar. Asla sizi zorlamak istemezler. Empati yapmayı iyi bilirler. Size huzur verirler. Başınızı omzuna dayar, o sizinle konuşurken kendinizi bir masal prensesi gibi hissedersiniz. Yanlarındayken zamanın nasıl aktığını anlamazsınız. Birlikte olduğunuz sürecin bitmesini hiç istemezsiniz. Size okuduğu şiirlerin, kurduğu güzel cümlelerin sarhoşu oluverirsiniz. Üstelik güzel olan nedir biliyor musunuz? Bu sarhoşluğun hiç bitmeyecek olması. Tabi o erkek, hayatınızda olmaya devam ettiği sürece.

İşte ben böyle bir erkekten inanılmaz bir evlilik teklifi aldım. İnanılmaz diyorum çünkü evlilik teklifinin yapılış şekli de yapılacak evlilik töreninin biçimi de inanılmaz derecede farklıydı. Hiçbir yakınlık yaşamadığımız, birbirimizi sadece 3 gündür tanıyor olduğumuz halde yaptı bu teklifi bana. Ve o teklifinde gerçekten içtendi. Çünkü onun için mantık ikinci plandaydı. Duyguları, 6. hissi önemliydi. O bunlara güveniyordu. Bir anda pat diye “Benimle evlenir misin?” dedi. Sonra şunu ekledi sözlerine: “İkimiz ayrı ayrı Kapadokya’ya gidelim. Üç tane balon kiralayalım. Sen birine, ben birine binelim. Üçüncüye de nikah memuru binsin. Gökyüzünde balonlar bir araya gelsin ve biz orda evlenelim.” İnanılması güç değil mi?

Romantik ve duygusal erkekler böyledir. Onların hayal güçleri de kuvvetlidir. Dedim ya ayağınızı yerden kesecek sürprizleri bir anda ayağınızın altına serebilirler. Şaşkınlıktan adeta küçük dilinizi yutarsınız. Ne diyeyim, Allah dileyen her kadına böyle bir erkek nasip etsin.
Sevgiyle kalın.
Şadan Hergüner

KOLAYI MI, ZORU MU SEVERSİNİZ?

Şimdi diyeceksiniz ki bu ne biçim soru? Çünkü insanlar genelde kolay olanı sever. Benim gibi zor olanı seçenler azınlıktadır. Yani iş, bu iki seçenekten birini tercih etme konusu olursa, çoğunlukla kolay olan seçilir. Ben ise tam tersineyim. Kolay olan bana cazip gelmez. Uğraşmayı severim. Hemen elde ettiğim şeyden keyif almam. Yaşam da sanki bu özelliğimi biliyormuş gibi, karşıma hep zor olanı çıkarır. Ya da ben bunları çekerim farkında bile olmadan. İşte bu yüzden hayatım hep mücadele etmekle geçiyor. Biri bitip biri başlıyor.
Mücadeleci ruhum sanki bunlarla besleniyor. Hayatım monotonlaştığı, tek düzende gittiği zaman sıkılırım ben. Uğraşacak bir şeyler ararım. “Nerde hareket, orda bereket” diye bir laf vardır ya dilimizde, işte aynen bende öyleyim. Durağan, rahat bir hayat batar bana. Başlarım hayatımı didiklemeye. Oysa ne var debelenecek. Otur oturduğun yerde. Bak rahatına, her şey yolundayken. Ama olmaz tabi. Ruhum acıkmıştır. Daralmış, kabına sığamaz olmuştur. Coşku ister, hareket ve didişme ister. Yıkıp, döküp tekrar kurmak ister. Elindekini kaybedip, yeniden ve daha iyisini kazanmak ister.

Peki, bu halimi sizlere tavsiye eder miyim? Aslında pek etmem. Çünkü hiç kolay değildir. Ama çok keyiflidir. Heyecanı, adrenali boldur. Yeniden oluşturmak, yoluna koymak, keşfetmek, koşuşturmak, uğraş vermek çok güzel bir duygudur. Yani benim için, hayata yeniden ve sıfırdan başlamak hiç zor değildir. Bugüne kadar 3 – 4 kez yaptım bunu. Her defasında içimde yeşeren yeni umutlar, hedefler, amaçlar ve başarma isteği beni hayata daha sıkı bağladı. Ama böyle yaşamayı herkes beceremez. İstese bile yapamaz. Bağlayan nedenler çoksa hiç yapamaz.

Benim gibi yaşamak için her şeyden önce kök salmamak gerekir. Özgür ve mücadeleci bir ruha sahip olmak gerekir. Biraz korkusuz, biraz inatçı, biraz deli yürekli olmak gerekir. Bir de, kendine güvenen, ayakları yere basan, güçlü bir kişilik ve geçerli bir ya da iki meslek sahibi olmak gerekir. Bunlardan biri eksik olursa olmaz. Yani başarı değil başarısızlık olur. Bu da işin keyfini kaçırır. Acı verir, mutsuzluk getirir.

Tabi ben de böyle yaşarken sadece güzelliklerle karşılaşmıyorum. Canım da yanıyor, mutsuz da oluyorum, an geliyor hayal kırıklığı yaşıyorum, sıkılıyorum. Ama bunları aşmayı başarıyorum. Güçlüklerle baş etmenin yollarını biliyorum. Bunu yapabilmemin en önemli nedeni ise kişisel gelişime verdiğim önem. Bu konuda kendimi sürekli geliştirmem. Ve zor olanı elde etmeyi sevmem.

Dedim ya yazımın başında insanlar eğer seçme olanağı varsa kolayı seçerler. Herkes benim gibi deli mi zorlanmayı sevsin. Durduk yerde heyecan peşinde koşsun. Zordur böyle yaşamak. Ama tadını bir kez alırsanız, vazgeçilmezdir. Ta ki güç kuvvet kalmayana kadar. Bakmayın, ben de o kadar deli değilim. Bu tarz yaşamı bırakmam gerektiği zaman bir nokta koyacağım tabi ki. Ama daha zamanı var diye düşünüyorum. Çünkü henüz yapılacak çok işim ve keşfedecek bir dolu bilinmezim var. Yani daha epeyce yolum var. Eh siz de artık bana bir “Kolay gelsin” dersiniz sanırım.
Sevgiyle kalın…

Şadan Hergüner

MERAKLA BEKLEMEK

İnsanın meraklı bir bekleyiş içinde olması zor iştir. Eliniz ayağınıza dolanır sanki. Duygular altüst olur. Biri gelir, biri gider. Sıkıştırır, daraltır sizi. Hele de beklediğiniz şey sizin için çok önemliyse iyice karışırsınız. An gelir kör düğüm olduğunuzu hissedersiniz. Kendinize, “Nasıl çözüleceğim?” dersiniz. Kısacası zordur merakla beklemek.

Bir şeyi beklemek zaten başlı başına sabır işidir. Eğer siz sabırsız biriyseniz, bu süreç yüzünden gerilebilirsiniz. Sinirleriniz bozulur, uykularınız kaçar, yerinizde duramaz hale gelirsiniz, bir şeyler içinizi yiyip durur. “Hadi kendimi biraz sakinleştireyim, en azından düşünmemeye çalışayım” dersiniz ama o öyle bir şeydir ki kolay kolay bırakmaz sizi. Çıkar gider bir süre aklınızdan, siz günlük hayattaki diğer işlerinize odaklanınca. Ama ufak bir mola anı bulmaya görsün, hemen bitiverir düşüncelerinizde. Başlar içinizi ve beyninizi kemirmeye. Ah dersiniz “Bir olsa bu iş, bir bitse şu bekleyiş de rahatlasam.”

An gelir beklediğiniz şeyin olumlu ya da olumsuz sonuçlanacağı konusu bile önemini yitirir sizin için. Bekleme süresinin bitmesi daha bir önem kazanır. Çünkü artık merak içinde kalmaktan, bugün veya yarın sonuçlanır bu iş demekten bıkmışsınızdır. Sadece o sürecin sona ermesini istersiniz.

İşte tam bu sırada yüreğinizdeki umut kendini hissettirir. “Hele bir dur, sabret, bekleyeceksin tabi. Beklediğin şey, bir de istediğin gibi çıkarsa ne kadar mutlu olacaksın” der. İçinizdeki coşku yeniden artıverir bu düşünceyle. Bir anda mutluluk kaplar tüm bedeninizi. Rahatlarsınız bir süreliğine. Ta ki, yeni bir atak gelene kadar.

Görüyorsunuz değil mi duygular nasıl da iç içe yaşanıyor? Nasıl hayatı dengeliyor? Bu yüzden değil midir ki, insan yaratılmış en mükemmel varlıktır. Hayata tutunması, ayakta kalması, güçlüklere göğüs germesi için bütün duygular ona verilmiştir.

Ben şu sıralar böyle bir bekleyişin içindeyim. Bir daralıyorum, bir kararıyorum, bir umutlanıyorum. Ama elim mahkûm bekliyorum. “Bunca zamandır bekledim, biraz daha sabredeyim” diyorum. Üstelik beklediğim konu hakkında fazla bilgi sahibi de değilim. Benim için ne kadar doğru olacak, iyi mi yoksa kötü mü olacak, bilmiyorum ve çok merak ediyorum. Ama bildiğim tek şey var, sabredip beklersem, en azından sabrımın sonucunu alacağım. Bu da beni mutlu ediyor. Çünkü sabır duygum gelişiyor.

Hepinize sonu güzel olacak bekleyişler diliyorum. Ama hayat her zaman bunu sunmaz bize. Bu gerçeği de unutmamanızı istiyorum. Sevgiyle kalın.

Şadan HERGÜNER

DOĞUM GÜNÜM

İnsan hayatında ki en önemli günlerden biridir. Dünyaya gözlerinizi açtığınız, nefes almaya başladığınız, ailenize genellikle sevinç kaynağı olduğunuz çok özel bir gün...
Her yıl bir şekilde kutlanır doğum gününüz. Aileniz, sevdikleriniz, sizi seven ve unutmayanlar, yakın arkadaşlarınız ve dostlarınız... Doğum gününüzde ararlar, mesajlar gönderirler ya da hoş sürprizler yaparak doğum gününüzü kutlarlar.
Kimi insan için doğum günleri mutluluk veren, sürdürdükleri rahat hayatı daha da anlamlı kılan günlerdir. Kimi insan içinse, yaşadığı zorlu hayatı daha da zorlaştıran günlerdir. Yeni bir yaş ve yeni güçlükler demektir.
Ne yazık ki yaşam budur. Kimi için kolay, kimi için zor. Ama önemli olan umudunu hiç yitirmemek ve yaşadığımız güçlüklerin içindeki olumlu yanları görebilmektir.
Bugün benim doğum günüm. Bir haftadan beri çok olumsuz, can sıkıcı olaylar yaşıyorum. Üstelik elimde olmayan nedenlere dayalı zorluklar bunlar. İşimden hoş olmayan şartlarda ayrıldım. Doğum günüme bu tatsızlıkla giriyorum. Ama bildiğim bir şey var. Yeni yaşım bana yeni bir iş ve yaşamda yeni bir sayfa açacak. Hiç bir sıkıntı hayatımızın sonuna kadar devam etmez. Kesinlikle bir çıkış yolu bulunur. Çünkü ilahi adalet haksızlığı sonlandırır. İnancımı yitirmeden çalışacağım ve güçlüğüme bir kolaylık bulacağım.
Her olumsuzluğun içindeki olumlu yanı bulacağım yeni yaşlar diliyorum kendime ve yazımı okuyacak tüm okurlarıma.
Sevgiyle kalın.

Şadan Hergüner

HAYAL KIRIKLIĞI

İnsan öylesine mükemmel yaratılmış bir varlık ki, bunu her düşündüğümde şaşkınlığım bir kez daha artar. Bu kusursuz denge beni büyüler. Düşünsenize tüm duygulardan birer miktar taşıyoruz. İyi ve kötü olmak da elimizde. Aklımız, mantığımız, duygularımız büyük bir denge içinde kullanılıyor. Tabi sağlıklı bir yapımız varsa. Bir bakıyorsunuz üzüntülüsünüz, sonra bir şey oluyor birden sevinip, o hüznü unutuyorsunuz. Tıpkı, umut ve hayal kırıklığının arka arkaya yaşanması gibi.
Hayat hiç kolay değil. Sürekli sorunlarla karşılaşıyoruz. Gün geliyor çok mutsuz, gün geliyor huzurlu oluyoruz. Yaşam hiçbir zaman tek düze olmuyor. Ben bu konuya hep dikkat ederim. Hem kendi hem de başkalarının hayatını gözlemleyerek izlerim. Ve görürüm ki bazı duygular, bazılarının hemen ardı sıra yaşanır. Çünkü sistem böyle bir uyumla kurulmuş. Tüm hayatı sürekli mutlu ya da sürekli mutsuz yaşamak mümkün değil.
Ben şu aralar yine böyle bir süreci yaşıyorum. Uzun zamandır gerçekleştirmeyi umut ettiğim bir isteğim vardı. O istek bana çok uzak gibiydi ama belki olur diye içimde hep bir umudum vardı. Zaman geldi umudumu yitirdim, zaman geldi küçük sürprizler onu bana geri getirdi. Bazen tamamen unuttum, bazen sürekli üstüne gittim. Gün geldi hayatın akışına bıraktım, gün geldi peşinden koştum. Üzüldüm, sıkıldım, kırıldım ama umudumu hiç yitirmedim. Aslında yitirdiğimi düşündüğüm anlarım da oldu. Ama bir süre sonra baktım ki o hala yüreğimin derinlerinde bir yerde duruyor. Sinsi sinsi uyuyor. Yüzeye çıkmak için zamanı kolluyor. Bu çok garipti. Yok, olduğunu düşündüğüm şey, beni bırakıp gitmemişti. İşte o an anladım ki insan umudu olmadan yaşayamaz. Sen gittiğini düşünsen bile o hep senin içinde.
Umudumun içimde olması hoştu, güzeldi de isteğime kavuşmak ne zaman olacaktı? Bu kez sabırsızlık başladı. Beklemek zorlaştı.” En iyisi son bir hamle daha yapmak dedim” kendime. Ve yaptım. Bir de baktım ki fırsat karşımda. İstediğim şeye kavuşmama küçücük bir zaman kalmış. Tabi, sevincimi tahmin edemezsiniz. Öyle mutlu oldum ki ayaklarım sanki yerden kesildi. Bir süre bu sarhoşlukla dolaştım. Artık isteğime sahip olmak üzereydim. Yıllarca beklediğim şey karşımdaydı. Elimi uzatsam tutacaktım. Orda öylece beni bekliyordu. “Bak seninim diyordu.” İşte dedim “sonunda oldu, artık ona kavuşma zamanı, hadi uzat elini ve onu al.” Çok sabırsızlanmıştım, o kısa zamanı bekleyecek gücüm yoktu, hemen benim olsun istedim ve harekete geçtim. Peki, ne oldu dersiniz? Evet, aynen düşündüğünüz gibi oldu. Ona kavuşamadım. Çükü o kısacık süreyi beklemeyip, acele ettim. Yanlış yaptım. Ve avucumun içine kadar gelmiş dünyalar güzeli bir kuşu ürkütüp, kaçırdım. Koca bir hayal kırıklığıyla kala kaldım. Hayat bu işte. Asla hata kabul etmez. Sabretmen gerekiyorsa, edeceksin. Beklemen gerekiyorsa bekleyecek acele etmeyeceksin. Sonra böyle yüzüp kuyruğuna geldiğin noktada bir bakarsın elinden uçup gidivermiş. Sende hayal kırıklığınla baş başasın.
Dedim ya, bazı duygular, bazılarının ardı sıra yaşanır. Bunu bir kez daha gördüm, kendi hayatımda. Şimdi ne yapacaksın diye sorarsanız, hemen yanıtlayım: Umudumun yeniden ayaklanmasını bekleyeceğim. “Kendini, hadi hazırsan harekete geç” diye hissettirdiği anda yeni bir hamle daha yapacağım. İşte o zaman fırsatı yakalarsam, bir daha sabırsızlık yapmayacağım. Sürecin tamamlanmasını bekleyeceğim. Yani hata yapmayacağım. Çünkü dersimi aldım. Artık avucumun içine gelen fırsatın gelişimini tamamlamasını bekleyeceğim. Ürkütüp, kaçırmayacağım. Ama tabi o bir kez daha gelirse…
Bu durumu sizinle paylaşmak istedim. Olur ya benim gibi bir konumda kalırsanız benim yaptığım hatayı yapmayın istedim. Bir de ilahi gücün hiçbir zaman bizi çaresiz bırakmadığını, eğer görmek istersek pek çok yolu bize sunduğunu vurgulamak istedim. Gözlerinizin hep açık olmasını, fırsatları kaçırmamanızı diliyorum. Yaşadıklarınızdan bir sonuç çıkarmayı da asla ihmal etmeyin.

Şadan HERGÜNER
Radyo programcılığına 1992 yılında Yalova’da başladı. Bir yıl sonra Karacan yayıncılık bünyesinde bulunan Radyo Klas’a geçti. Number One Tv de ise Müzik direktörü asistanlığı yaptı. 1995 yılında İstanbul’dan bir transferle Bursa Olay Medya’ya geçti. Olay Fm ve Olay Tv de programlar hazırlayıp sundu. Daha sonra yine Bursa’da yer alan Medya S’e transfer oldu. Radyo S ve As Tv de programlar hazırlayıp sunan Şadan Hergüner bu medya grubunun gazetesi olan Bursa Hakimiyet’te köşe yazarlığı da yaptı. Yüksek öğrenimini işletme alanında yapan Şadan Hergüner bir dönem de Halkla İlişkiler alanında çalıştı. Mart 2006’ da Bursa’dan ayrılarak İstanbul’a dönen Şadan Hergüner bu tarihten 29 Temmuz 2008'e kadar Küpe Fm in Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı ve üç ayrı programı hazırlayıp sundu.
internet üzerinden yazarlığa devam eden Şadan Hergüner'in www.mynet.com ve www.blokcu.com da da birer blogu bulunuyor. www.hatunca.net kişisel gelişim ve psikoloji sitesinin de yazarları içinde yer alıyor.
 
Gezergen Tasarım by Gezergen Blog