Translate

Dünyada yaygınlaşan “OBEZİTE”, ülkemizde de tehlike yaratan bir konumda. Peki, fazla kilolardan kurtulmak için sadece diyet ve spor yapmak yeterli mi? Bence değil. Diyet ve sporun öncesinde beyin gücünü kullanmayı bilmek gerek.

Beynimiz istediğimiz her sonuca ulaşmak için bize büyük bir güç sunuyor. Önce bunu öğrenelim. Kilo vermek, istemediğimiz bir alışkanlığımızı, huyumuzu değiştirmek bizim elimizde. Yapmamız gerekense aldığımız acı ve zevkin yerini değiştirmek. Bunu gelin şimdi kilo verme isteğine uyarlayalım.

Çok yemek yiyenler bir düşünsün. Neden bunu yapıyorlar? Düşünmenin sonunda görecekler ki, yemekten zevk alıyorlar. Normal ölçüde yediğinizde sorun yok ama aşırı yediğinizde bu zevk size pahalıya patlıyor. Sağlığınızı tehdit ediyor.

Bizler hayatımızı aldığımız zevk ve duyduğumuz acıya göre yaşarız. Zevk veren şeylere koşar, acı duyduklarımızdan kaçarız. Hayatımıza hakim olan bu iki duyguyu iyi kullanmak gerekir.

Gelelim kilo vermek için zevk ve acıyı nasıl kullanacağımız konusuna. Önce çok güçlü bir karar vereceksiniz. Kendinizi kilo verme kararınıza adeta adayacak, bunu yapacağınıza iman gücüyle inanacaksın. Şu anda yemek yerken aldığınız keyif, ileriki yaşlarınızda acınız olacak. Fazla kilolar sizi yürütmeyecek, hareketsiz yaşama zorunlu kılacak, tonlarca hastalığınız çıkacak, çirkin görüntünüz sizi hep üzecek, güzel kıyafetler giyemeyeceksiniz, sevdiklerinizle aktif beraberlikler yaşayamayıp belki de erkenden bu dünyadan göçüp gideceksiniz. Peki, siz bunu istiyor musunuz? Cevabınız hayır ise hemen harekete geçin. Şu an yerken keyif aldığınız tatlılara, pastalara, börek ve çöreklere acı alma duygusunu yükleyin. Unutmayın yıllar sonra bunlar size acı vereceğine, şimdi onları yememek için bir süreliğine acı çekmek çok daha iyi. Çünkü onlardan uzak kaldığınızda, çok değil 2-3 yıl sonrasında çok daha keyifli olacaksınız. Koca bir dilim kremalı pastayı yeme isteğine zevki değil acı çekme duygusunu bağlamak hayatınızı değiştirecektir.

Beyninizi kullanmayı başarırken en uygun diyet ve spor ya da egzersiz programını da uygularsanız, sağlıklı yaşamın yolunu tutmuş olursunuz.

Beyin gücümüz her şeye kadirdir. Uygulamanız dileğiyle.

Şadan HERGÜNER
İçsel ve Zihinsel Gelişim Danışmanı

ARKADAŞLIK BUDUR

Bu aralar yazma konusunda hiç tıkanma yaşamıyorum. Sağolsun mailler ile harika veriler geliyor bana. Bunları sizinle paylaşırken ucundan, kenarından kendi düşüncelerimi de ilave ediyorum. Ne diyeyim maillerimin berketi bol olsun.

İşte eskiden beri bilinen bir ileti daha. Önce onu yazayım, ardın da verip veriştireyim.


Yapılan bir araştırmada;

Kadınlarin Arkadaşları:

Bir kadın bütün gece eve gelmemiş.
Ertesi sabah kocasına, gece bir arkadaşında kaldığını söylemiş. Kocası, karısının en yakin 10 arkadaşını aramış ve hiçbiri karısının kendisinde kaldığını onaylamamış.

Erkeklerin Arkadaşları:

Bir adam bütün gece eve gelmemiş. Ertesi sabah karısına, gece bir arkadaşında kaldığını söylemiş. Karısı, kocasının en yakın 10 arkadaşını aramış ve 5 tanesi kocasının, kendisinde kaldığını onaylamış ve diger 5 tanesi ise kocasının hala kendisiyle birlikte olduğunu iddia etmiş.

İşte arkadaşlık budur. :))

Bana bu iletiyi gönderen cinsiyeti erkek olan arkadaşıma cevap olarak şunu yazdım:

"Bu arkadaşlık mıdır? Yoksa aynı kaba yapma durumu yani yandaşlık mıdır?"

Erkekler birbirini korur tabi. Sonuçta yaptıkları şey aynı. Birimiz hepimiz için durumu. Yarın onun başına geldiğinde diğeri de aynı yalanı söyleyecek çünkü.

Ama kadınlar, onlar sorumluluk sahibi, üstelik de akıllı. Söyleyecekleri şeyin nerelere varabileceğini düşünme yetisine sahip. Karşısındaki ona bu soruyu acaba ne niyetle soruyor? Neyi kanıtlamaya çalışıyor? Bir şeyleri mi deniyor?

Fakat erkekler bunu düşünmez bile. İnce zekaları ve koku alma yetenekleri pek gelişmemiştir. Üstelik bu yalanı söyleyerek arkadaşlıklarının ne kadar güçlü olduğunu vurgulamaya çalışıyorlar.

Kaldı ki, kadın gece bir arkadaşında kaldığını söylemiş, yakın bir arkadaşımda kaldım dememiş ki. İşte kadın ve erkek zekası arasında ki incelik burada.

Şimdi erkek okurlarım bana kızacaklar ama ben doğruları söylerim. Siz ne dersiniz?

Şadan HERGÜNER

BAKIŞ AÇISI

Sevgili Okurlarım,

Sizinle önce fıkra tarzı bir yazıyı paylaşacağım. Ardından da bir kaç cümle ile yorumumu:

Sokakta dolaşırken yanıma pasaklı, pejmürde görünüşlü,
Mutemelen evsiz bir bayan yaklaştı ve akşam yemeği için bir kaç dolar vermemi istedi.
Cüzdanımdan 10 dolar çıkardım ve sordum:
"Eğer bu parayı sana verirsem, bununla akşam yemeği yerine şarap almaz mısın?
"Hayır, yıllar önce içkiyi bıraktım" diye cevap verdi evsiz bayan.
"Bu parayla yiyecek almak yerine alış verişe gitmez misin?" diye sordum.
"Hayır, alış veriş için boş zamanım yok" diye cevap verdi evsiz bayan.
"Bütün zamanımı hayatta kalmak için harcamalıyım."
"Bu parayı yiyecek almak yerine güzellik salonunda da mı harcamazsın"diye sordum.
"Deli misin" dedi bayan; "20 yıldır saçlarımı yaptırmıyorum."
"Pekala" dedim. "Sana bu parayı vermeyeceğim. Onun yerine
seni, kocam ve benimle beraber akşam yemeğine restorana
götüreceğim."
Evsiz bayan çok şaşırdı. "Bunu yaptığın için kocan sana
kızmayacak mı? Çok kirliyim ve muhtemelen iğrenç
kokuyorum."
Dedim ki: "Sorun değil. Önemli olan kocamın alışverişten,
kuaförden ve şaraptan vazgeçen kadınların neye
benzeyeceğini görmesi.

Eeee, insan denen varlık böyle işte. Bir olaya her insanın bakış tarzı farklı. Anladıkları, gördükleri, algıladıkları da faklı. Hani bir söz vardır: Yarım bardak suya, kimisi "bardağın yarısı boş." diye bakar, kimisi de "Yarım bardak suyum var." diye bakar. Bu da aynı şey işte.

Biz insanlar, şükretmek yerine hep fazlasını isteriz. Ders alacağımız olaylar karşısında,bencilce kendi doğrularımızı onaylatmaya çalışırız. Ne acıdır ki, yaşamın bize sunduğu işaretleri algılamayı bir türlü beceremeyiz. Umarım fıkra diye gülüp geçeceğimiz bu yazı hepimize bir şeyleri anlatabilir.

Şadan HERGÜNER

KAYIP ÇOCUKLARA NELER OLUYOR?

Önceki yazımda, eski çocukluk yıllarının ne kadar güvenli, samimi ve temiz olduğunu anlatan bir e- posta iletisini sizlerle paylaşmıştım. Şimdi ise çocukların, günümüzde ne kadar güvensiz bir ortamda yaşadıklarını yazacağım.

Az önce izlediğim bir haberde şu anda Türkiye genelinde bilinen rakam olarak 1657 çocuğun kayıp olduğunu öğrendim. Bu rakamın 1016’sı kız çocuğu. 2009 yılının ilk beş ayında kaybolan çocuk sayısı ise 645. iki gün önce de Bitlis’te hastanede üç günlük bebek kaybolmuş. İnanılır gibi değil.

Aslında çocuk kaybolması eskiden beri var olan ama son yıllarda hızla artan bir olay. Kayıp sayısında öncelik İstanbul’un. Onu, doğu ve güneydoğu illeri takip ediyor. Peki, bu çocuklara ne oluyor? Başlarına neler geliyor? Nedenler tam olarak bilinmemekle birlikte en büyük tahmin, organ mafyasının işi olduğu. Bir diğer neden, Pedofili ya da sübyancılık. Yani, yetişkin bir kimsenin ergenlik öncesi çocukları cinsel açıdan çekici bulması ve onlara cinsel eğilim duyması. İşte bu sapık istek yüzünden özellikle kız çocukları kaçırılıyor. Dilendirmek amacıyla kaçırılanlar da var.

Bu çocuklar küçük yaşlarında kendi istekleriyle kaybolmuyorlar. Hadi, 16 – 17 yaşındakiler bir şekilde evden kurtulmak amaçlı kendileri kaçıyor olabilirler. Fakat 8 – 9 yaşındaki çocuk bunu yapamaz. Tabi ki, kaçırılıyorlar. Kaçıranlar de belli; organ mafyası, çocuk tüccarları, cinsi sapıklar.

Sevgili anne ve babalar; sokaklar güvenli değil. Çocuklarınıza sahip olun. Küçük çocuklarınızı gözünüzün önünden ayırmayın. Tek başına ya da başka küçük bir çocukla alışverişe göndermeyin. Artık kimseye güven kalmadı. 25 yıl öncesinin Türkiye’si yok. Acımasız, çıkarcı, paragöz insan dolu etrafımızda. Çocuklarınızı bu konuda bilinçlendirin. Uzmanlar her ihtimale karşı, çocuklarınızın en son görümündeki fotoğraflarına sahip olun diyorlar. Bir de saç telini saklayın DNA testi için gerekebilir diyorlar. Hepsinden önemlisi ise çocuklarınızla bu tehlikeli durumu açıkça konuşmanız, onları bilinçlendirmeniz. Benim dileğim ise, Allah’ın küçük çocukları koruması, anne ve babaların da çocuklarıyla daha yakın bağlar kurarak, onları her konuda bilgilendirmeleri.

Şadan HERGÜNER

ÇOCUKLUĞUMUZDA

Sevgili dostlarım,

E- postama gelen bir yazıyı sizlerle paylaşıyorum. Ne kadar güzel anlatılmış "eski zaman" burada. Aslında çok değil belki 20 - 25 yıl öncesinin çocukluk dönemi var bu yazıda. Okumanızı tavsiye ederim.


Bizim çocukluğumuzda annelerimiz çalışmazdı.
Okuldan eve geldiğimde boynumdaki anahtarla kapıyı hiç açmadım.
Hatta Babanım bile anahtarı yoktu.
Annem evimizin bir parçası gibiydi, hep evdeydi.
Her yere birlikte giderdik, zaten öyle çok da gidilecek bir yer yoktu ki.....

En büyük eğlencemiz sokaklarda oynamaktı.
Sokakta oynamak diye bir kavram vardı yani.
Cafelerde, alış veriş merkezlerinde buluşmazdık.
Okula arkadaşlarımızla gider, birlikte çıkar, oynaya,zıplaya yürüyerek gelirdik.

Servis falan yoktu. Ayakkabılarımız eskirdi.
Hatta öyle olurdu ki; çantalarımızı kaldırımlara koyar oyuna bile dalardık.
Annelerimiz bu durumu bildiklerinden kardeşlerimizle bizlere ekmek arası bir şeyler hazırlar gönderirdi.
Mahallemizdeki teyzeler Annemiz gibiydi.
Susayınca girer evlerine su içerdik.
Ya da pencereden bize bir sürahi bir bardak uzatırlar,hepimiz aynı bardaktan kana kana içerdik.
Kısacacı evine gidip gelen (...ki;sadece çişi gelen giderdi evine)elinde mutlaka yiyecekle dönerdi.
Anneleri o arada çocuğuna verdiği şeyden bizlere de gönderirdi.
Bu bazen bir kurabiye, bazen bir meyve olurdu.

Cebimizde harçlığımız olduğunda düşmesin diye çıkarır çantamızın üstüne koyar oyun bitince geri alırdık.

Çok garip ama kimse almazdı. Sokaklarımız evimiz kadar güvenli idi.
Düşünce kaldırırlar, kavga edince barıştırırlardı bizi...
Polisler gelmezdi kavgalarımıza, zabıtlar tutulmazdı.
Sonra kavgalarımız da öyle ustura, falçata ile olmaz,onlar nedir bilmezdik bile, asla kanla falan da bitmezdi, en fazla saçlarımızdan çeker, hayvan adları sayar, tekme atar, yine oyuna dalardık.

Birbirimizin suyundan içer, elmasına diş atardık.
Misket oynamaktan parmaklarımız kanar yine de mikrop kapmazdık.
Azar işitip, acillere taşınmazdık. Düşerdik ekmek çiğner basarlardı alnımıza, oyuna devam ederdik. Röntgenlere, ultrasonlara girmezdik.

Ben bizim çocukluğumuzu çok özledim.
Sokaklarımız ruhsuzlaştı sanki. Komşumu tanımıyorum ama evinin camında, temizliğe gelen kadını haftada bir görür kolay gelsin der konuşurum.
Onun dışında orada kim oturur hiç bilmem.
Evimizi kendimiz temizlerdik, kapı silmece; bilmem kaç kuruş hepimizin elinde bezler güle oynaya bitirirdik işleri.
Evlerimiz var, içinde yaşayan yok. Parklarımız var, içinde oynayan çocuk yok.
Ama her yıl sökülüp yenilenen kaldırımlar, lüks binalar, ışıl ışıl vitrinler, girip çıkan yapay insanlar...
Ruh yok, buz gibi buz, bu biz değiliz..

Tahta iskemlelerimizde oturan yaşlılarımız, onlara dede, nene diye
hatırını soran çocuklarımız yok oldu.
Ben kapılarında 'vale'lerin, 'bady'lerin beklediği yerlerden hep korkmuş çekinmişimdir.
Kapısını çarparak örtüyor diye çocuğuna kızıp, taksidini bitiremediği arabanın anahtarını, hiç tanımadığı birine vermek ters gelir bana.
Benim değildir bu kültür.
Ne ruhuma, ne kültürüme ne de cüzdanıma hitap eder.
Nedir bunlar?
Reklamlarla desteklenen beyni, ruhu ele geçirilmiş insanlar olduk.

Birbirimize yabancı, yalnızlıklarımızla yaşar olduk.
İyi de neden böyle olduk ?
Biz mi istemiştik?
Yoksa birileri mi böyle istedi?..
'Her toplum hakettiği gibi yönetilir'derler ya, hakettiği gibi de yaşar diyelim mi ?
Aman efendim ne haddimize. Yapar mıyız öyle hatalar? Sonra başımıza bilmediğimiz işler açılıverir. Biz ne anlarız erkek işinden. Aklımız ermez. Kadın kısmının aklı kıttır. Anlamazlar öyle güç işlerden. Kadın dediğin, haddini bilmelidir. Yoksa haddini bildirecek bir erkek karşısına dikiliverir. Hele de kadın biraz dik başlıysa vay haline.
Ne yazık ki bu inanç, toplumun büyük bir bölümünde geçerliliğini sürdürmekte. Büyük şehirlerimizde bile bu kadar katı olmasa da kadını sınırlar içinde tutmak isteyen erkek sayısı azımsanmayacak kadar fazla. Ben de bu konunun altını biraz çizeyim istedim.
Şimdi biliyorsunuz kadınlar çalışma hayatının içinde yoğun bir şekilde yer alıyor. Evlerin, ofislerin temizlenmesinden tutun, çocuk bakımına ya da devlet dairelerinden tutun bir şirketin üst düzey yönetimine ve milletvekili olmaya kadar geniş bir yelpazede çalışıyorlar. Ha birde tarlada, bağda, bahçede çalışan kadınlarımız var. Yani eğitimlisi, eğitimsizi hepsi bir işin ucunda uğraş veriyor. Bunun yanında evinde de çalışıyor. Çocuk bakıyor, ev işi yapıyor yani çalışıyor da çalışıyor. Kadının yapmadığı iş yok gibi nerdeyse. Astronot olarak da çalışıyor, mühendis olarak da çalışıyor hata bir ülkeyi de yönetebiliyor. Yani erkeğin yaptığı her işi yapabiliyor. Yeri geliyor erkekten çok daha fazla çalışıp kendini yıpratıyor. O narin, ince yapısına rağmen yüklenebildiği kadar iş yükleniyor. Peki neden hala kısıtlanmaya, önü kesilmeye çalışılıyor? Neden, mecliste yeterince kadın milletvekili olmuyor da göstermelik bir sayı ile göz boyanıyor? Neden boyalı magazin basınına bolca malzeme yapılan kadın, önemli mevkiler ya da görevler söz konusu olduğunda haksızlığa uğruyor?
Hiç işin bu yanını düşünüp kafa yoruyor musunuz? Bence düşünmelisiniz. Yani tabi ki düşünenler var da ben hiç oralı olmayanlar için söylüyorum. Boyalı basında sıkça yer alan kadınlar sanki kullanıldıklarının farkında değiller. Olsalar bile kazançları artığı için umursamıyorlar. Oysa zaman geliyor, her şeyleri deşifre oluyor ve ağır bedeller ödemek zorunda kalıyorlar. Yani kadın, kadın olma özelliği ile bir takım güçler tarafından sürekli kullanılıyor. Ne acı değil mi? Ama ne yazık ki alan memnun satan memnun.
Bunun yanında emek veren, didinen, kendine sosyal hayatta ve iş yaşamında bir yer edinmeye çalışan, yönetime katkı vermek için çırpınan kadının da önü kesiliyor. Bazen göz göre göre, bazen de hiç belli etmeden. Ama bu iş çok akıllıca, stratejik olarak yapılıyor. Her zaman kadınların ağzına bir parmak bal çalmayı bilen insanlar, göstermelik haklar vererek, bildiklerini okumaya devam ediyorlar.
Anadolu ise başka bir boyut. Kadın eziliyor, horlanıyor, töre cinayetlerine kurban ediliyor. Kız çocukları okula gönderilmiyor, küçük yaşta parayla satılıp evlendiriliyor. Bir kısır döngüdür sürüp gidiyor.
Yetiştirme yurtlarındaki kız çocuklarına türlü pislikler yapılıyor. Oradan kaçan kızlar bu kez farklı bataklıkların içine düşüyor. Ve yine erkekler bu çocukların üzerinden para kazanıyorlar. Yalnız onların mı? Bu bataklığa düşen onca kadının üzerinden de para kazanıyorlar. Peki bu kızları, kadınları buralara düşüren kimlerdir? Onlara her tür pisliği yapan erkekler. Acıması olmayan, kolay para kazanma derdinde olan, elinin hamuruyla erkek işine kalkışırsa başına bu gelir diyen erkekler tabii ki!
Görüldüğü gibi kadın, pek çok yönden sınırlanmış durumda. Neyse ki, kadına gerçekten değer veren, kadının da bir adı olduğunu söyleyen erkekler var da durum iyice çıkmaza girmiyor. Benim dileğim kadınlara hakkını teslim edecek erkeklerin sayısının hızla artması. Çıkarların değil, hakların ön planda olması.
Bütün yüreğimle, hem kadınların hem de erkeklerin haklarının yenmediği bir topluma kavuşmayı diliyorum. Ne zaman, nasıl olur, görebilir miyim bilmiyorum ama yine de diliyorum.

Şadan Hergüner

DOĞADAN GELEN ŞİFA VE SAĞLIK

Şifalı bitkilerin doğru kullanımı önemli bir konu.

Sevgili Dostlarım, ara ara sizlere derlediğim bu bilgileri iletmek istiyorum. Şifanın da, sağlığın da kaynağının doğada ve doğalda olduğunu hepimiz biliyoruz artık.

Bunlara dikkat edin!

-Bir şeker hastası veya yüksek tansiyon hastası meyan kökü kullanmamalı çünkü bu bitki şekeri ve tansiyonu yükseltir.
-Her şey demleyerek olmaz. Örneğin kuşburnu ile ıhlamurdan verim almak için kaynatmak gerekir.
-Ancak ıhlamurun yaprağı kaynatılmalı ama çiçeği demlenerek kullanılmalı.
-Çay olarak hazırladığımız adaçayının içine bir tutam kekik koyarsak faydaları çoğalır. 5 dk demlemek yeterlidir.
-Keten tohumunun içinde bağırsakları çok iyi çalıştıran yağ var. Öğütülmüş olanını sabah ve akşam birer tatlı kaşığı yemek gerekir.
-Halk arasında bağırsak çalıştırmak için sinemaki kullanılmalı diye bilinir. Bu yanlıştır. Sürekli kullanımda bağırsak tembelliğini artırır. Çok gerekirse ayda bir defa kullanılabilir.
-Şifalı bitkileri demlemek için porselen, seramik, cam ve emaye kap tercih edilmelidir. Eğer alimünyum ile kaynarsa metalle karşılaştığı için başkalaşım geçirir ve faydalı etkisi azalır.

Hangi şifalı bitkiler nelere iyi gelir?

-Karabaş otu: Adale ağrısı, damar tıkanıklığı, astım, basur, baş ağrısı, baş dönmesine iyi gelir. Beyin hastalıkları için etkilidir. Çok etkili bir mikrop öldürücüdür.

-Yeşil Çin çayı: Kanı temizler ve gaz gidericidir. Etkisi dünyaca kanıtlanmış bir antioksidandır.

-Arı sütü: Cinsel isteksizlik yaşayanlara, sperm azlığına mide ve bağırsak hastalıkları çekenler için çok iyi sonuçlar yaratır.

-Polen: Vücut direncini artırır. Virüslü hastalıkların tedavisi için kullanılır. Mevsim gripleri polenle giderilir.

-Adaçayı: Boğaz hastalıkları, diş iltihaplanmaları için birebirdir. Ayrıca iştah açar.

-Aynısafa: Uyuz, siğil, iyileşmeyen yaralar, ayak mantarı ve vajinal mantar hastalıklarında kullanılır.

-Mısır püskülü: İdrar söktürücü ve zayıflatma özelliği vardır. Bedendeki yağın azalmasında faydalı olur.

-Ihlamur: Solunum yolları sorunları, grip, idrar yolları ağrıları ve mide rahatsızlıkları için çare olarak kullanılır.

-Papatya: Yaklaşık 70 yaygın hastalıktan en az 50'si için faydalıdır.

-Adaçayı, yonca, mısır püskülü, kaz ayağı ve nane: Bu bitkiler aynı zamanda östrojen etkisine de sahiptir.

-Defne: Yaprakları kaynatılarak içilen defne antiseptik özelliğine sahiptir. Hazmı kolaylaştırır ve saç dökülmelerini de önler.

DOĞAL ÖSTROJEN KAYNAKLARI

Soya fasulyesi: Soyadan elde edilen ve doğal östrojen olan isoflavonlar,
menopoz şikayetlerini hafifletiyor.

Anason: İçinde belli oranda doğal östrojen bulunuyor. Menopoz sıkıntılarının yanı sıra uyku bozuklukları, gaz kolit, hazımsızlık şikayetlerine iyi geliyor.

Maydanoz: Menopoz şikayetlerini gidermek için etkili.

Adaçayı: Doğal östrojenler içeriyor. Ateş basması, gece terlemeleri gibi
menopoz şikayetleri için tüketilmeli.

Ginseng: Daha çok bağışıklığı arttırmada ve stresi gidermekte kullanılıyor.
Menopoz şikayetleri için kullanımı ve fazla etkili değil. Menopozdaki psikolojik sıkıntıların giderilmesinde yardımcı oluyor.

Nohut: Östrojeni dengeler ve menopozun etkilerine karşı korur. 15 günde bir
porsiyon yenmelidir.

Civan perçemi: Adet kanamaları düzensiz bir genç kız olsun, menopoz
dönemindeki veya sonrasında bir kadın olsun, tüm kadınlar için arada sırada civanperçemi çayı içmek çok önemli.

Civan perçemi çayı hazırlamak için: Yarım veya bir tatlı kaşığı ince kıyılmış bitki, orta boy bir su bardağı dolusu kaynar su içerisine koyularak 15 dakika demlendikten sonra süzülür. Aksi belirtilmedikçe günde 3 su bardağı çay aç karnına veya öğün aralarında içilir.

Bir de, günde 1 çay kaşığı saf arı poleni tüketilmesi de faydalı. Papatya çayı ise menopoz döneminde kullanılabilecek bitki çaylarından biri.

Derleyen Şadan HERGÜNER

www.isteataturk.com

Sevgili okurlarım,

mail yoluyla aldığım bu iletiyi sizlerle paylaşmak istedim.


"Yeni hazırlanan bir Atatürk portalı hakkında bilgi vermek istiyorum ve daha geniş kitlelere ulaşması konusunda yardımınızı rica ediyorum. Halen fotoğraf ve bilgi yükleme işlemi devam ediyor. Sitenin arama motorlarında önlere çıkması için daha çok tıklanması gerekiyor. Site tam olarak bittiğinde 2500 kronolojik sıralı foto, 50 Video, 1500 pul, anı ve anektodlarla, akademik yazılardan oluşan daha önce yapılmamış büyüklükte bir Atatürk portali olacak. Geniş kitlelere duyurma konusunda yardımcı olabilirseniz memnun olurum. "

www.isteataturk.com

Not: Sitede kesinlikle ticari hiçbir reklam yer almamaktadır. Site tamamen gönüllüler tarafından yıllar suren arşiv araştırması sonucunda hazırlanmıştır.
Her insanın hayatında özel anıları, başkalarıyla paylaşmak istediği duygu ve düşünceleri, ayrıcalığı olan yaşam kesitleri vardır. Ya da değer verdiği kişiler için hissettiklerini ölümsüz hale getirme isteği vardır. Kimisi bunu kendi kalemiyle yazıya döker. Kimisi yazma yeteneği olmadığından bir anı yazarına yaptırır.

Yaşanan değerli anların, fotoğraflar ve video görüntüleri yanında yazılı olarak da kalıcı hale getirilmesi farklı bir güzelliktir.

Nişanlanacak veya evlenecek çocuğunuza, onun için hissettiklerinizi, düşünce ve dileklerinizi, paylaştığınız sevinçli, hüzünlü anılarınızı “Anı Yazısı” haline getirterek özel bir sürpriz yapabilirsiniz. Hatta tören anında bunun sesli olarak sunumunu yaptırabilirsiniz.

Nişanlınız ya da eşiniz olacak kişi için, duygu ve düşüncelerinizi, sizin için önemini, sevginizi “Anı Yazısı” olarak kaleme aldırıp, kendisine hediye edebilirsiniz. Dilerseniz tören sırasında sesli sunumunu yaptırarak faklı bir jest yapmış olabilirsiniz.

Çocuklarınızın mezuniyet törenleri, doğum günleri için özel yazılar hazırlatabilirsiniz. Fotoğraf albümlerindeki harika kareler için, harika cümleler yazdırabilirsiniz.

14 Şubat Sevgililer Gününde, evlilik yıldönümlerinizde, sevgiliniz veya eşiniz için duygularınızı, sevginizi anlatan “Anı Yazısı” ile ona çok özel bir hediye sunabilirsiniz..

Kendi hayatınızdan sevdiklerinize kalmasını istediğiniz yaşam kesitlerinizi, deneyimlerinizi, en özel anılarınızı “Anı Yazısı” olarak hazırlatıp, sevdiklerinize bırakabilirsiniz.


Ben, “Anı Yazarı“ olarak bu en özel zamanlarınızı kaleme alıyorum. Profesyonel sunucu olarak da dilerseniz sesli sunumlarını yapıyorum.

Şadan HERGÜNER
İletişim Uzmanı, Yazar, Eğitmen


sadanherguner@gmail.com
Sevgili Okurlarım,

Yine elektronik iletiyle aldığım bu kıssadan hisseyi sizlerle paylaşmak istedim. Lütfen yüreğinize sindirerek okuyunuz.

Bir gün sormuşlar ermişlerden birine, "Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?" diye. "Bakın göstereyim…" demiş ermiş.

Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine derken, tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş. Arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar. Ermiş: "Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz." diye de bir şart koşmuş. "Peki." demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.

Bunun üzerine Şimdi demiş ermiş. "Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe." Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. Derviş buyrun deyince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, karşısındaki arkadaşına uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan. Ve derviş demiş ki: "Kim hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim sevdiğini, dostunu düşünür de doyurursa, o da sevdiği, dostu tarafından doyurulacaktır.
.
ŞÜPHESİZ, HAYAT PAZARINDA DAİMA SEVGİYİ PAYLAŞANLAR KAZANÇTADIR.

İşte sevgi budur. Paylaşmaktır, seviyorum dediğimizi düşünmektir. Bencilliğimizi aza indirmektir.

Şadan Hergüner



ERKEK, KADIN RUHUNDAN ANLAR MI?

Ne dersiniz, zamanımızın erkeği kadın ruhundan anlıyor mu sizce? Bence pek anladığı söylenemez. Hani o eski İstanbul beyefendisi dediğimiz erkekler olsa günümüzde neyse de. Biliyorsunuz onların da soyu tükendi neredeyse. Günümüz yeni yetme erkeklerin ise kadının bir ruhu olduğunun bile farkında olduğunu sanmıyorum. Biraz ağır oldu galiba ama gerçekler acıdır. Zaten tüketim toplumu olduğumuzdan beri insanların yapısı değişti. Her şeyi pek kolay tüketir olduk. İlişkilerimizi, sevdiklerimizi bir çırpıda tüketiyoruz. Üretmek, kotarmak, yapmak şöyle dursun, tüketemediklerimizi de hemen kaldırıp çöpe atıveriyoruz. Yani huyumuz suyumuz değişti. Tabi, toplumsal değerlerimiz de. Bırakın kadın ruhundan anlamayı, büyüklerimize saygı göstermez olduk.
Gelelim konumuza! Bir kere her şeyden önce kadın ve erkek hem ruhsal hem fiziksel açıdan birbirinden farklı özelliklerle yaratılmışlardır. Yani birbirlerini tam olarak anlamalarını beklemek doğru olmaz. Ancak anlayış gösterip, saygıyla birbirlerini kabul etmeleri gerekir. En azından ben böyle düşünüyorum.
Şimdi kadın ve erkek farklı özelliklerde varlıklar olunca, her zaman uzlaşmaları mümkün olmuyor. Bence kadınları erkeklerden farklı kılan en önemli özellik ruhlarında gizlidir. Kadın ruhu daha duyarlı, sabırlı, duygusal ve dayanıklıdır. Erkek ruhundan daha hassas yapıdadır. O yüzdendir ki, doğurganlık gibi çok kutsal olan bir özellik kadına verilmiştir. Kadın, anne olma özelliği ve duyarlı ruhu nedeniyle erkeğe oranla bazı alanlarda farkındalığı daha yüksek bir varlıktır. Etrafına bakışı başkadır. Olayları ve insanları daha kolay algılar, farkına varır. Üstelik kadın ruhu acılara erkekten daha dayanıklıdır. Acısını içinde tüm hızıyla yaşar ama etrafına pek belli etmez. Ve erkeğe oranla daha kolay affeder. Fiziksel olarak narin yaratılan kadının ruhu da incedir. Anlaşılmak, ilgilenilmek, özen gösterilmek ister. O annelik özelliği gereğince hayatındaki erkeğe de korumacı yönüyle yaklaşır. Sahip çıkmak, besleyip, büyütmek ruhsal özelliklerinin içinde vardır. Erkeğin onu anlamasını karşılık vermesini bekler. Peki, erkek onu yeterince anlayabilir mi? Hayır. Çünkü erkek bu özellikleri kadın gibi yoğun bir biçimde ruhunda barındırmaz. O yüzden erkekler kadın ruhundan pek anlamazlar.
Erkekler doğaları gereği daha katıdır, serttir, incelikten biraz yoksundur. Onlar fiziksel olarak güçlü yaratıldıklarından, bu güçlerini kullanmayı severler. Hatta sayıları az da olsa zaman zaman zarif, kibar, anlayışlı erkeklerle karşılaştığımızda, “kadın ruhu gibi ince ruha sahip bir adam” demez miyiz? Deriz tabi. Çünkü alışılmadık bir durumdur. İşte bu nedenle erkekler kadınları zor anlarlar. Onlar biraz “höt höt” yapılı varlıklar oldukları için dıştan duyarlı görünseler bile özlerinde bu özelliği taşırlar ve yeri geldiğinde hemen kullanırlar. En efendisi, medenisi, eğitimlisi bile damarına basıldığında bu yüzünü gösterir. Gerçi şimdi diyeceksiniz ki kadınların içinde yok mu “höt höt” tipler? Var ama erkeklerle kıyaslandığında devede kulak kalır. Şimdi bu durumda nasıl beklersiniz “höt höt” bir adamın, ince ruhlu, zarif, narin bir kadını anlamasını? Bu biraz hayalcilik olmaz mı? Ama şunu da vurgulamak gerekir. Erkekler kadın ruhunu çözmek, anlamak için uğraş vermişlerdir. Özellikle sanatçı erkekler. Fakat tam olarak algılayamamışlardır. Dedim ya her iki cins farklı özelliklerle yaratılmış. Bence bu nedenle erkek kadını tam olarak anlayamaz. Tıpkı, kadının da erkeği tam olarak anlayamayacağı gibi. O zaman yapılacak en doğru iş, karşılıklı saygı ve anlayışla kabullenmektir. Yoksa sorun devam eder. Yani kavga, gürültü eksik olmaz. Zaten bu sürtüşmelerde de ezilen taraf, narin yapılı kadın ruhu olmaktadır. Bence erkeği hep yöneten taraf olan kadının, bu durumu da kendisi çözmelidir. Yani “şu erkekler bizi niye hiç anlamıyor” demek yerine, “ onların bizi anlaması mümkün değil, iyisi mi biz idare edelim.” demesi lazım. Aksi takdirde kadın kendini boş yere üzer.

Şadan HERGÜNER

BEBEKLER

"Bunları Sevmemek İmkansız"

Bu kadar güzel olunur mu? Bunları yemek istedim. Dünyanın en güzel varlıkları bunlar.

Lütfen BEBEKLER yazısının üstüne tıklayın ve muhteşem bebek resimlerini izleyin. Siz de bayılacaksınız.

Şadan Hergüner

KLOZET KAPAĞININ ÖNEMİ

Bana gelen asağidaki iletiyi cok onemli buldugum için sizlere de paylaşmak istedim.


TV de zap yaparken, bu bizim Amerikan asıllı Türk dopktorumuz Öz'ün
programına denk geldim.Tombul amerikalıların bizim doktora duydukları
hayranlık beni şaşırttı ve seyretmeme vesile oldu... İyi ki seyretmişim,
bizim Öz, proğrama katılacak olan seyircilerden birgün
önce banyolarında hali hazırda kullandıkları havlu bone ve diş fırcasından
birer örnek aldırmış ve laboratuara göndermiş. Program sırasında bu
sonuçları açıkladı... Sonuç inanılmaz.... Latince adını şimdi
hatırlamadığım aslında önemi olmayan x bakterisi, Yine Latince adını şimdi
hatırlamadığım aslında önemi olmayan y bakterisi ve yine Latince adını
şimdi hatırlamadığım aslında önemi olmayan z bakterisi, ve bunun gibi
binlerce bakteri havlularımızda diş fırcamızda
bonelerimizde, paspasımızda tavanımızda duşa kabinimizde küvetimizde
aynamızda lamba anahtarımızda kısacası banyonun heryerinde, bu nasıl oluyor peşinden hemen anlattı... Sifonu çektiğimizde su partükülleri şiddetle
çarpışıyorlar.. Bu şiddet su partüküllerinin klozetin alanın 5 m lik
çevresine hızla dağılmasına sebebiyet veriyor. Bu partüküller
beraberlerinde bakterileride taşıyorlar... Peki bu bakteriler neler? Tahmin
edebildiğiniz gibi dışkı, idrar ve koli basili vs...
Yani sifonu çekmeden klozet kapağını kapatmazsanız milyonlarca iğrenç
bakteriler banyonun heryerine havlumuzdan diş fırçamıza kadar her yere
yerleşiyorlar...

Sanırım çoğumuza yıllardır manasız gelen klozet kapağının şimdi neye
yaradığını anladık....!!!

HARİKA BİR FIKRA

Sevgili okuyucular, mail yoluyla aldığım bir fıkrayı sizlerle paylaşmak istedim. Gerçekten çok güzel.

Beni Allah Gönderdi…


Kadının biri kocasını 3 erkekle aldatıyormuş,
her gün kocası evden gidince 3 adam eve gelir ve kadınla yatarmış.
Kadın yine böyle bir günün sonunda adamlardan birisine demiş ki
- 'Sen yarın gelirken bir tepsi dolma yaptırıp getir'; diğerine
- 'Sen de bir büyük kap ayran getir.' demiş
Diğer adam çok fakir olduğu için ona
- 'Sen de... Boşver, sen hiç bir şey getirme' demis.
Ertesi gün gelmiş fakat kadın bugünün günlerden Pazar olduğunu
unutmuş, eteği tutuşmaya başlamış
- 'Eyvaah' diyerek kocasının yanına gitmiş
- 'Sen bugün kahveye filan gitmeyecek misin? Ben evde temizlik
yapacagim' deyip kocasını zar zor da olsa evden yollamış.
Kocası gittiği gibi 3 adam da eve gelmiş Kadın demiş ki
- 'Siz hemen gidin. Kocam buralarda!' Tam bunu söylerken zil çalmış.
Kadın 'Eyvah' demiş, 'geldi galiba!' Adamları sağa sola saklamış ve
kapıya bakmaya gitmiş.
Kocasını karşısında görünce 'Ne oldu?' diye sormuş Adam da
- 'Yahu karnim çok acıktı. Bana dolma yapsana, canim çok istedi' demis.
Kadın - 'Allah`im bir tepsi dolma olsa da yesek!'demiş.
Elinde dolma tepsisi olan adam çıkıp yanlarına gelmiş. Kadının kocası şaşırmış.
- 'Sen kimsin yahu?!' diye sormuş. Adam sakin bir şekilde
- 'Ben Allah tarafından geliyorum. Kariniz dolma istedi.' demiş. Ve
hemen çıkıp gitmiş
kadının kocası olayın sokunu atlatamadan. .
- 'Yaa tamam da..' demiş bu sefer koca,
- 'Bu ayransız gitmez. Sen bari bi ayran yap' Kadın büyük bir sevinçle
- 'Allah`im bir damacana ayran olsa da içsek' demiş. Ayranı getiren
adam çıkıp gelmiş.
Kocası tabii çok şaşırmış. - 'Sen de kimsin?' demiş.
Adam da diğeri gibi
- 'Ben Allah tarafından gönderildim. Kariniz ayran istedi' diyerek
cıkmış gitmiş
kocası hayretler içinde, kendi kendine' Bizim kari ermiş mi oldu
ki?'diye söylenmiş.
Kadınla kocası yemekleri yemişler ama 3.adam hâlâ saklanıyormuş. 1 saat geçmiş, 2 saat geçmiş. 3 saat derken adam dayanamayıp cıkmış yerinden.
Kadının kocası bağırmış
- 'Ulan sen de kimsin?!!'
Adam:-

-'Ben Allah tarafından gönderildim. Boşları alacağım"
YİYECEKLERİ TÜKETME BİÇİMİ

Aşağıdaki bilgileri, bir doktor arkadaşımın sağlıklı yaşam rehberinden alarak sizlerle paylaşıyorum. Tabi, uygulamanızı dileyerek.


Yediklerinize dikkat edin. Neyi, ne zaman, nasıl, ne kadar tüketeceksiniz bilin.
Kalori hesaplamayı öğrenin. Gıda dergilerinden ve kalori sayaçlarından öğrenebilirsiniz.
Sağlıksız gıda gruplarından uzak durun.
Her gün bol meyve, sebze ve kuruyemiş tüketin.
Öğünlerde çok yemek yemeyin, öğün aralarında da fazla aç kalmayın. Ara öğün yemeye alışın. Yatmadan önce 3-4 saat, hiç bir şey yemeyin.
Kendinize yapacağınız bir program içinde, haftada bir kere en sevdiğiniz yiyecekleri yiyin.
Yediklerinizi iyi çiğneyin, mümkün olduğunca sıvı haline gelmeden yutmayın.



YİYECEKLERİ SİNDİRİM HIZINA GÖRE TÜKETİN

Aşağıdaki gıdaları mideden çıkış hızına göre yiyin.

Karpuz, meyve ve sebze suları: 15-20 dakika.
Yarı-sıvı karışık salata: 20-30 dakika
Yumurta sarısı: 30 dakika
Kavun, portakal, üzüm: 30 dakika
Diğer taze meyve: 40 dakika
Balık: 30 dakika
Çiğ salata: 30-40 dakika
Buharda pişmiş sebze: 40-50-dakika
Bütün yumurta: 45 dakika
Yağlı balık: 45-60 dakika
Nişastalı sebzeler: 60 dakika
Tahıl, baklagiller ve mercimek: 90 dakika
Yağsız süt veya az yağlı peynir veya ricotta: 90 dakika
Tavuk (derisiz): 1,5 ila 2 saat
Çekirdekler veya tohumlar: 2 saat
Fındık ve çerez: 2,5 ila 3 saat
Tam yağlı süt peynir: 120 dakika
Hindi (derisiz): 1,5 ila 2 saat
Dana veya kuzu eti: 3-4 saat
Tam yağlı süt, sert peynir: 4-5 saat
Domuz: 4,5 - 5 saat

Yemek ve gıdaları mideden çıkma hızına göre yiyin, sindirim sisteminiz rahat etsin. Öncelikle mideden daha hızlı çıkan yiyecekler tüketilmeli ki asit oluşmasın.

Doğru yeme dizileri

Az asitli meyveleri önce, çok asitli meyveleri sonra yiyin.
Normal sebzeleri önce, nişastalı sebzeleri sonra yiyin.
Meyveyi 15 dakika önce, sonra sebzeyi, çorbayı ve salatayı yiyin.
Kavunu bütün meyvelerden önce yiyin.

Bazı kötü özellikteki yeme dizileri ve birleşimleri

Kurutulmuş tatlı meyve, bal, akçaağaç şurubu ya da kuruyemiş veya çekirdek ile muz.
Nişastalı gıdalar ve asitli gıdalar veya bunları meyve ile karıştırma.
Asitli meyve ile kurutulmuş tatlı meyveler.
Konsantre proteinler ve kurutulmuş tatlı meyveler.
Çiğ, taze veya kurutulmuş meyve ve pişmiş gıdalar.
Yemekten sonra içecek veya su içmek.

KADIN VE YAŞAM

Yaşam bu... İniş ve çıkışlarla, mutluluk ve acılarla dolu. Ama hep söyleriz ya, tüm güçlüklerine rağmen yaşamak güzel şey. Hele bir de aldığımız nefesin ne kadar kutsal olduğunun, içtiğimiz suyun bize hayat verdiğinin farkına varmışsak yaşamak daha bir anlam kazanır. O zaman şükrederiz farkında olduğumuz tüm güzellikleri bize verdiği için tanrıya ve hayata sıkıca sarılırız.
Ve kadınlar! Onlar için yaşam daha bir anlamlıdır. Bana göre kadınlar hayatı farklı konumlarıyla, farklı yoğunluklarda yaşıyorlar. Çünkü onlar erkeklere oranla daha duygusal yaratılmışlardır. Kadınlar annedir, eştir, sevgilidir, arkadaştır, evlattır ve çalışan insandır. Toplum ondan bu vasıflara uymasını bekler. O da çoğunlukla, kendini bu uyuma adamış olarak yaşar.
Yaşama sıkıca sarılır, çünkü annedir. Yavrusunu en iyi şekilde yetiştirmek, tehlikelerden korumak, onu hayata hazırlamak için yaşamak zorundadır. Yemez yedirir, giymez giydirir. Onu dünyaya getirmek için pek çok zorluğu çeken anne, büyütünceye kadar da sürekli kendinden verir. Çocuğunu küçücük bir çöpten bile sakınır, her şeyin en iyisini onun için yapmaya çalışır.
Yaşama sıkıca tutunur, çünkü eştir. Erkeğini mutlu etmek, evini çekip çevirmek, sosyal hayatta ise eşinin yanında mükemmel kadın görünümünü sergilemek zorundadır. Yeri geldiğinde eşine annelik yapmak, yeri geldiğinde iyi bir arkadaş olmak mecburiyetinde olan kadın, eşini çok yönlü olarak memnun etmelidir ki, onu elinde tutabilsin.
Yaşama sıkıca sarılır, çünkü sevgilidir. Hayallerini süsleyen, aşkı ve tutkuyu yaşadığı erkeği bulmuştur. Yaşanacak tüm güzelliklere umut bağlamıştır. Ayakları yerden kesilmiş, bulutlar üzerindeymiş gibi hissettiği bir sürece girmiştir. Sevgilisine sevgisini göstermek, onun için çarpan yüreğinin hep sevgilisine ait olduğunu anlatabilmek için yaşama sıkı sıkı sarılır. Hayat artık onun için farklı bir anlam taşır.
Yaşama sıkıca tutunur, çünkü o arkadaştır, dosttur. Kadın, erkek hiç fark etmez o arkadaşının dert ortağıdır. Çok sevdiği dostlarıyla her şeyini paylaşır. En güç zamanlarında yanlarında olur. Dostlarıyla sevgisini, bilgisini, imkanlarını ve parasını bile paylaşır. Arkadaşlarına yardım etmek, destek olmak için elinden ne gelirse yapar.
Yaşama sıkıca sarılır, çünkü evlattır. Anne ve babası onu büyütmüş, hayata hazırlamış ve sevgisini vermiştir. Onu küçücük bir bebekken, özverilerle büyütüp bir yetişkin olarak topluma kazandırmışlardır. O da şimdi anne ve babasına iyi bir evlat olmak, onlara maddi manevi destek vermek, mutluluk ve hüzünlerini paylaşmak için yaşamak zorundadır. Belki de onlara bakmak hatta yanına almak zorundadır. Bu yüzden ayakları yere sağlam basan bir kadın olması gerekmektedir.
Yaşama sıkıca sarılır, çünkü çalışan kadındır. İş hayatında erkek üstünlüğünün hakim olduğu düzende, “ben yaptığım işle varım” demek için savaş vermelidir. Girdiği savaşın sonundaysa başarısını kanıtlamak, tuttuğunu koparmak zorundadır. Üstelik iş hayatındaki rekabet koşullarında ayakta kalabilmek için yalnız erkeklere karşı değil, hemcinslerine karşı da savaşmak zorundadır. Kazandığı parayla hem ihtiyaçlarını gidermek hem de aile bütçesine katkıda bulunmak için yaşama sıkıca tutunmak zorundadır.
Yaşama bir başka sarılır, çünkü toplum ondan ahlaklı, namuslu, başarılı ve güvenilir olmasını beklemektedir. Evet, ait olduğu toplumun da kadından beklentileri büyüktür. Her şeyden önce iyi bir evlat, iyi bir eş ve iyi bir anne olmasını bekler. Toplum asla hata kabul etmez, anında yargılar. Bazen de yargısız infaz yapabilir. Kadın hiçbir zaman dilediğince özgür olamaz.
“Ben hayatımı istediğim gibi özgürce yaşarım, kimseden korkum yok.” diyen kadınlar bile gün gelir, hiç tahmin edemeyecekleri bir bedel öderler.
Tüm bu beklentilere cevap verebilmek için kadınlar yaşama sanatını çok erken yaşlardan itibaren öğrenmeye başlarlar. Hayatta sağlam durabilmek için bunu yapmak zorundalar. O yüzdendir ki kadınlar bilinçli, eğitimli ve güçlü olmalılar. Zaten erkeğe oranla daha dayanıklı yaratılmışlardır. Narin ve zarif olmanın yanında yeri geldiğinde büyük güçlüklere sonuna kadar dayanabilirler.
İşte bu nedenlerle kadınlar için yaşam biraz daha anlamlı ve farklıdır. Sizce de öyle değil mi?


Şadan HERGÜNER

ALDATMACA

Bu blogumun dışında, çok aktif olmadığım ama yazıları çok okunan başka bir blogum daha var. Geçenlerde oraya yazı eklerken okuyucumun yaptığı bir yorum dikkatimi çekti. Aldatmak üzerine yazdığım bir hikayem için yorum yapmıştı. Karşılıklı mesajlaştık okuyucumla.

Bir kaç gün sonra bir baktım bana yeni yorum yazmış. "Ben aslında ve merakla "Kadını aldatan kadındır" sözüne ne yazacağınızı bekliyordum." demiş.
Ben bu sorunun yanıtını hemen verdim kendisine. Şimdi size de sormak istiyorum. Aldatmalarda aslında kadını aldatan kadın mıdır?


Benim okuruma verdiğim cevap şu oldu: "Bakın bu konu da haklısınız. "Kadını aldatan kadındır." Hiç bir kadın istemese bir başka kadının aldatılmasına vesile olmaz. Bu istem dahilindedir. Sadece gerekçeleri vardır. O ya da bu şekilde. Ama bu gerekçeler, aldatmaya vesile olma gerçeğini ortadan kaldırmaz.

Peki evli bir kadın, kocasını aldattığında durum ne oluyor? Bildiğiniz gibi evli kadınlar da evli erkekler gibi aldatma eylemi içinde oluyorlar.
İşte bu aldatmada durum yine aynı. Evli kadınla birlikte olan erkek, diğer erkeği aldatıyor. Yani bu aldatma olayına vesile oluyor.

Bu işler tek taraflı olmaz arkadaşlar. Yani suç sadece aldatan erkekte veya aldatan kadında değildir. Aldatma işi içindeki ikinci şahışlar da suçludur. Onların sütten çıkma ak kaşık olduklarını söylemek yanlış olur.

Benim söyleyeceğim tek şey var. Aldatan insan aslında kendini aldatır. Saklasa da, duyurmasa da bunu yapan kendi vicdanıyla hesaplaşır. Hemen olmasa bile bu hesaplaşma, günü gelince yapılır. Aldatmak yerine dürüstlüğü seçmek en doğrusu. Ama bunu becermek de yürek ister. Yani kolay değildir. Hele günümüzde hiç değil. Bu kadar yozlaşmış ahlak anlayışı içinde...

Dileğim, "Dürüstlüğü" aldatmaya değişmeyecek insanların çok olması...

Şadan HERGÜNER

DOĞAL GÜZELLİK MALZEMELERİ

Sevgili Okurlar,

Aşağıdaki bilgileri sizin için interneten derledim. Umarım Faydalı olur. Doğadan gelen sağlık gibi doğadan gelen güzelik ve bakım hep önceliğiniz olsun. Lütfen doğal olandan şaşmayalım.

Kivi cilt lekelerini giderir, biberiye cildi gerginleştirir!

Güzellik deyince artık doğal ürünler devreye giriyor. Birçok insan doğal yaşamdan sırlar öğrenip uyguluyor. Amaç genç ve güzel kalmak. Sizin için de uygulaması çok kolay yollar var...


Pürüzsüz bir cilt için

Stres ve yanlış beslenme cildi bozar. Bu arada cildi bakımsız bırakmak da elbette aynı etkiyi yaratır. Bu aralar herkes anti-aging kremleri kullanıyor. Oysa haftada bir kez peeling uygulaması ile bu sorunu çözersiniz. Yüzeydeki ölü hücreler peeling ile yok olur. Bu süreç içinde pürüzsüzlük sağlar. Peeling için "doğal" bir öneri istiyorsanız şunu söyleyebiliriz: Yüzünüze meyve maskeleri de uygulayabilirsiniz. Hem daha ucuz, hem de yan etkisi yok!

Boyun bakımı

Boyun bölgesi önemlidir. Buraya her gün gerginleştirici doğal bir krem sürün. Haftada bir kez de boyun ve dekolte bölgesine masaj yaptırın. Boyun için arada önerdiğimiz doğal maskeleri uygulayabilirsiniz. Biz mutlaka bitkilerden yararlanmanızı tavsiye ediyoruz.

Kollar ihmale gelmez!

Yaz aylarında güneş ışığı nedeniyle kollar zarar görür. Kollardaki lekeler ve izler için mutlaka bir leke çıkarıcı bitkisel losyon kullanın. Çiller ile ilgili doğal ürünleri eller ve kollar için de kullanabilirsiniz. Bu arada kırışıklık kremlerini kollarınıza da sürmeyi ihmal etmeyin.

Dudaklar kurumasın!

Bazı dudak bakım ürünleri kimyasal yağlar içeriyor. Bunlar dudakları kurutarak kötü bir görüntü oluşturur. Kullandığınız ürünün bileşiminde bitkisel yağlar olursa daha çok yarar görürsünüz. Bu arada haftada bir, köy tereyağı ile dudaklarınıza bakım yapın. Tereyağını dudağınıza sürün ve 1 saat bekletin.

Kivi ile kolajen yapımı

Kivi'de çok fazla C vitamini vardır. İçindeki meyve asitleri de cildi yeniler. Peeling etkisi gösterir. Böylece hem lekeler gider, hem de canlı bir görünüm alır. Unutmayın, ölü deriyi ciltten attığınızda kolajen yapılanması olur.

Kivi maskesi

Bir kivinin kabuklarını soyun. İnce ince dilimleyin. Bu halkaları cildinizin birçok yerine koyun. Yarım saat dinlendikten sonra yıkayın. Cildiniz yağlı ise kiviyi özellikle tercih edin çünkü gözenekleri sıkılaştırır ve yağ dengesini sağlar.

Selülit sorununa köklü çözüm

Günümüzde bölgesel yağlanma ve selülit, birçok kadının sorunu. Yağların biriktiği bu bölgelerde doğal selülit yağları iki aylık bir sürede etkin sonuç veriyor. Tamamen bitkisel olan bu yağla yapılan masaj, portakal kabuğu görünümünü bir süre sonra yok ediyor...

YENİ YILDA YENİ UMUT

Yeni yıl yeni umutlarıyla geldi. İçimde bir his var. Sanki bu yıl benim için daha iyi olacak. Başkaları için de. Biten yılda benim de hüzünlerim, sıkıntılarım, zorluklarım vardı. Pek çok insan gibi. Umutsuzluğa kapıldığım anlar, sıkıntıma çıkış yolu bulma inancımı kaybettiğim zamanlar oldu. Çok üzüldüğüm, ağladığım günlerim oldu. Fakat yılın son gününde kendimi iyi hissettirecek ve başkasına da mutluluk verecek bir şey yaptım. Kendimden çok, o insanın mutlu olması için yaptığım bu davranış beni farklı etkiledi. Manevi anlamda ferahlattı.

Kendimden önce başkalarını düşünmenin hazzını tatmamı sağladı. Eski yılı uğurlarken içim huzurluydu. Bu huzur yeni yılı daha bir keyifle karşılamama neden oldu. Bir de karar verdim hemencecik. Tüm zorluklarına rağmen hayat güzel, yaşamak güzel, faydalı olmaksa çok güzel. Yeni yılda kaldığım yerden uğraşılarıma devam edeceğim. Bıkmadan, usanmadan, yılmadan. Çok şey hakedip, haketmediklerimi yaşadığımı biliyorum. Ama savaşmaya devam edeceğim, haklarımı ele alıncaya kadar.

Hayat da bu değil mi zaten? Sürekli bir döngünün içinde yılmadan çalışmak, çabalamak. Şuna inanıyorum, geçen yıl gözümden kaçırdığım şeyleri bu yıl görebilirsem, yaptığım hataları tekrarlamazsam, daha pozitif ve aktif olursam, istediklerime ulaşabileceğim.

Yeni bir iş istiyorum. Kaybettiğimin yerine çok daha iyı olacak bir iş. Hayatın ve yaratıcı gücün onu benim için hazırlayıp vereceğine inanarak istiyorum ve bekliyorum. Bulmak için var gücümle uğraş vermeye, istemeye ve beklemeye devam edeceğim. Yeni yılın umudu da bu duygular olsa gerek. Ne dersiniz?

ŞADAN HERGÜNER
 
Gezergen Tasarım by Gezergen Blog