Translate

YAZIKLAR OLSUN

Fanatik bir Fenerbahçe taraftarıyım. Ama agrasif, zarar veren niteliği olmayan bir fanatiğim. Şu yazıyı Fenerbahçe'nin kendi sahasında kaybettiği maçın ardından yazıyorum. İki hafta üstüste maç kaybettiler. Her ne kadar maç seyircisiz oynansa da bu kaçan galibiyet, kabul edilir gibi değildir. Gerçekten yazıklar olsun.
Üzerine ölü toprağı atılmış bir Fenerbahçe vardı sahada. Teknik direktör, maçın ardından "fazla hata yaptık, kaybettik "dedi.
Şimdi ben ona burdan sormak istiyorum, Fenerbahçe Futbol takımının, teknik yöneticilerinin ve o takımın başkanının bu kadar saçma hatalar yapmaya hakkı varmı?
Bir takımın, lige başlarken inanılmaz bir başlangıç yapıp, son iki haftada bu hale gelmesi yani yerlere serilmesi olacak şey değildir.
Kulübün başkanından en alttaki çalışanına kadar hepsinin kendine gelmesini tüm yüreğimle diliyorum. Dünyanın parasını kazanan futbolcuların da.
Biz Fenerbahçe taraftarına bunu yaşatmaya hakları yok. Koşmayan, çalışmayan futbolcuyu da, teknik diröktörü de yöneticileri de istemiyoruz.

Şadan Hergüner

BURSA KIZILAY TIP MERKEZİ

Mükemmel Sağlık Hizmeti Alabileceğiniz Kurum

Daha önce Kızılay sağlık merkezlerine hiç gitmemiştim. Şimdi diyorum ki kendime, “ Keşke çok önce gitseymişim.” Çünkü aldığım hizmet kaliteli ve hızlıydı.

Boyun ağrılarım nedeniyle gördüğüm tedavi için bir boyun filmi çekimine ve kemik yoğunluğu ölçümüne ihtiyacım vardı. Bir arkadaşım bunu Kızılay’dan kolaylıkla ve uygun fiyatla temin edebileceğimi söyledi. Ben de kalkıp Bursa Kızılay Tıp Merkezine gittim. İçeri girdiğimde temiz ve nezih bir ortam, güler yüzlü personelle karşılaştım. Tüm gün çalışan uzman doktorun randevuları dolu olduğu için bana saat 12.00 – 13.00 arasında yarı zamanlı çalışan başka bir uzman doktor için sıra numarası verdiler. Numarayı işleme koyduktan sonra dışarı çıkıp zaman geçirdim. Saat 12.00 de tekrar merkeze geldim ve sıramı bekledim. Öğle saatinde işlerimin nasıl halledileceğini de düşünmedim değil. Neyse doktor bey beni çağırdığında yine güler yüzlü, ilgili bir muayene ile karşılaştım. Doktor muayeneden sonra birinci kata inip boyun filmimi çektirip, kemik ölçümümü yaptırdıktan sonra tekrar kendisine gelmemi söyledi. Ben de “Sizin çıkış saatinize yetişir mi ki?” dediğimde,” Yetişirse hemen bakarız sonuca, yoksa 16.00’dan sonra tekrar burada olacağım” dedi. Ben kesinlikle yetişmeyeceğini düşünerek indim aşağı ve danışmada ödeme işlemini yapıp röntgen odasına gittim. İçerdeki işlemin bitmesinden sonra çağrıldım. Yine güler yüzlü genç bir hanım personel boyun filmimi çekti, ardından kemik ölçüm odasına gitmemi, hemen geleceğini söyledi. Gittim dediği yere ve bekledim. 3-4 dakika içinde geldi, gayet iyi bir hizmetle o işlemi de tamamladı ve raporumu hazırlayıp bana verdi. Hatta doktor beyin kurumdan çıkıp çıkmadığını telefonla öğrenip bana bilgi verdi. Ve ben yaklaşık bir saat içinde tüm bu hizmetleri almış ve doktorla da görüşmüş, gerekli tedavi önerisini almış olarak Bursa Kızılay Tıp Merkezinden çıktım.

Genelde sağlık kontrollerimi, işlemlerimi özel hastanelerde yaptırıyorum. Ama inanın oralarda bile bu kadar hızlı hizmet almış değilim. Sosyal güvencemden de yararlanarak uygun fiyatlı, kaliteli, hızlı ve güler yüzlü hizmet almanın mutluluğunu yaşayarak çıktım Kızılay’dan. Fakat personeli kutlayıp, doktoruma da teşekkürlerimi ilettim tabi ki.

Bu yaşadığım güzel olayı sizlerle paylaşmak istedim. Bursa Kızılay Tıp Merkezi’nin yöneticilerini, tüm çalışanlarını kutluyor ve kendilerine teşekkür ediyorum.
Bu arada Kızılay’a destek vermemiz gerektiğini de unutmayalım diyorum.

Şadan HERGÜNER

TÜRKİYE İYİLİKTE BİRLEŞİYOR

KIZILAY'LA KURBANLARINIZ AMACINA ULAŞIYOR.


Kızılay'ın Kurban Taahhüdü:Vekaleti alınan bütün kurbanlar eksiksiz olarak, dini şartlara uygun ve hijyenik bir biçimde kesilecek konserve yapılarak yıl boyunca ihtiyaç sahibi yüz binlerce aileye dağıtılacak.

KURBAN BEDELİ: 275 TL.
(140 EURO - 185 USD)

İnternet ve 168 bağış hattından 4 taksitte ödenebilir.

Bilgi Notu:Türk Kızılayı Kamu Yararına Çalışan bir kurum olup izin almaksızın yardım toplama hakkına sahiptir. Firmalar, Gıda Bankacılığı Esaslarına göre çalışan Türk Kızılayı'na yaptıkları gıda bağışlarını gider kaydedip vergi muafiyetinden yararlanabilir.

www.kizilay.org.tr

SEVGİLİYE SİTEM

Sen yaz günü üşümek nedir bilir misin? Sıcacık bir Ağustos gecesinde yüreğinde bir buz tabakasının oturduğunu hissettin mi hiç? Ellerin, ayakların, tüm vücudun alev gibi sıcakken yüreğin buz kesti mi senin? İçin üşüdü mü? Benim üşüdü. Hem de çok üşüdü. Yüreğim soğuktan katıldı ve sonunda kaskatı oldu. Şimdi hiçbir acı yüreğimi acıtmıyor. Çünkü o yürek artık ne acıyı ne de sevinci hissetmiyor. Yüreğimi benden alan sonra da katılaştıran sevgili yaptığına memnun musun şimdi?
Oysa ne umutlarla vermiştim yüreğimi sana. Hiç bitmeyeceğini düşündüğüm bir rüyada gibiydim seninle. Gözlerine baktıkça içim ısınır, sonsuz umutlar yeşerirdi yüreğimde. İlk aşkımdın. Seninle tanıdım aşkı ben. Bir sevgiliye sahip olmayı ve ona ait olmayı seninle öğrendim. İlk sen tuttun elimi. İlk sen sarıldın bana sıkıca. Hiç bırakmayacakmış gibi. İlk seninle çarptı yüreğim delice. Biliyor musun önceleri korkmuştum bu kalp çarpmalarından? Sanki kalbim yerinden çıkacak gibi gelirdi. Daha önce böyle bir şey başıma gelmedi diye hastalandığımı düşünmüştüm. “galiba öleceğim, sevdiğimle sevmenin ve sevilmenin tadına varamadan öleceğim” demiştim kendi kendime. Sonra sen bana bunun aşk olduğunu anlatmıştın da içim rahatlamıştı. Ne zordu o seni sık aramamak için kendime baskı yaptığım günler. “Dur şimdi biraz hakim ol duygularına, her gün ilk arayan sen olma, nazlan biraz” derdim kendime. Ama sonra dayanamaz yine arardım. Hele sen aradığında, yüreğim ağzıma gelir, heyecandan konuşamazdım önce. Belli etmek de istemezdim. Fakat sen hep anlardın heyecanımı. Bende bundan çok utanırdım.
Ne güzeldi her şeyin ilkini seninle yaşamak. Seven bir erkeğe gerçekten güvenebileceğimi seninle öğrendim. Güçlü bir erkeğin kanatları altında olmanın rahatlığını senin gibi mükemmel bir insanla yaşamak öyle huzur vericiydi ki. Hiç tedirginlik duymadan güvenmek, kendini rahatça sevdiğine bırakmak gerçekten güzeldi.
Sen kendinden önce hep beni düşünürdün. “Dünyalar güzeli çiçeğim, gül yüzün hiç solmasın, gözlerin hep böyle gülsün, söyle şimdi ne yapmak istersin?” dediğinde kendimi prensesler gibi hissederdim. “Bir insan bu kadar mükemmel olamaz, benim sevgilim cennetten geldi galiba” derdim hep arkadaşlarıma. Onlar da kıskanırlardı beni. Nasıl korkardım bize nazar değecek diye. Hani iki nazar boncuğu almıştım, birini kendime diğerini de sana takmıştım. Hatta sen sırf benim hatırım için takmıştın birkaç gün ve demiştin ki; “korkma canımın içi biz birbirimiz için yaratılmışız, bize nazar falan değmez, ömrümün sonuna kadar seninim.” Ama ben yine de hep Allah’a dua ederdim bizi nazarlardan korusun diye. Sonra şükrederdim seni bana verdiği için.
Hayatımın mucizesi gibiydin. Gözümü açıp seni görmüştüm. İlk kez bir erkeğin farkına varmıştım ve o erkek benim sevgilim olmuştu. Üstelik beni çok seven, her an bunu hissettiren bir sevgili. Gerçekten bir mucizeydi bu. Önceleri az mı denemiştim sevgini. Gerçek mi diye? Ama sen o kadar olgundun ki, benim çocukça şımarıklıklarıma göz yumardın. Yaptığım her çılgınlıktan sonra affederdin beni. “Sen daha çocuksun, büyüyeceksin” derdin ya bana, bir hoşuma giderdi ki. Kendimi güvende hissederdim.
Haklıydın henüz büyümemiştim. Bir erkek nasıl idare edilir, ne söylenir, ne söylenmez, nasıl davranılması gerekir, hiç bilmiyordum ki. İlk kez bir erkek arkadaşım oluyordu, hem de aşık olmuştum. Hiç tanımadığım bir duyguya alışırken, elimden kaçacak diye de ödüm kopuyordu. Kolay değildi bu duygulara alışmak.
Şimdi düşündükçe, en çok buna şükrediyorum. Yani tüm bu deneyimleri seninle yaşama imkanını bana verdiği için Allah’a şükrediyorum. Dünyaya tekrar gelsem ve sonunda yine seni kaybedeceğimi bilsem bile aşkı sadece seninle yaşamak isterdim. Senin yüreğinin güzelliğini, aşkının sıcaklığını, sonsuz hoşgörünü hiç kimseye değişemem ki.
Sen beni sevginle büyüttün. Gencecik bir kızdan, hayata sevgiyle bakan, mutluluk saçan genç bir kadın yaptın. Hep düşünmüşümdür bir insan nasıl böyle sabırlı olur, bıkmadan usanmadan sevgiyle yüreğini açar ve verici olur diye. İşte sen böyleydin. Bana nazlı bir çiçekmişim gibi davranırdın. Sanki kazara kırılacakmışım gibi, sarar sarmalardın. Senin yanında korku nedir bilmezdim. Sen benim gözbebeğimdin, hücrelerimin her zerresinde var olan sevgilimdin.
Şimdi söyle bana sevgili bu yaptığın hak mı? Beni burada çaresiz, sensiz, sevgisiz bırakıp gitmek reva mı? Bu kadar alıştırdıktan, kanıma işledikten sonra çekip gitmek var mıydı? Hiç düşünmedin mi “ Ben onu bırakıp gidersem ne yapar, nasıl yaşar, kime sığınır, kime ağlar?” diye. Bilmiyor muydun ki sen gittikten sonra benim sudan çıkmış balığa döneceğimi?
Bilmez olur muydun, biliyordun tabi. Bakma sen bana yine saçmalıyorum. Ama sen bilirsin benim bu hallerimi. Eğer sesimi duyuyorsan, “ benim küçük sevgilim boşuna üzüyorsun kendini, saçma saçma konuşma böyle” diyorsundur. Sahi beni duyuyor musun acaba? Çektiğim acıyı fark ediyor musun, ne halde olduğumu biliyor musun? Bütün kalbimle biliyor ve duyuyor olmanı diliyorum.
Hani bana “Ömrümün sonuna kadar seninim”, diyordun ya hep. Hani ben de çok mutlu oluyordum ya, nerden bilecektik bunun gerçek olacağını. Üstelik çok yakın bir gerçek olacağını. Nerden bilecektik o iğrenç kazanın bizi çok erken ayıracağını. Ben nerden bilecektim hayatını benim için feda edeceğini. O korkunç kazada benim hayatımı kurtarmak için kendini ölümün kollarına bırakacağını. Yaptın da iyi mi oldu sanki? Beni sensiz bıraktın da mutlu mu ettin sanıyorsun? İnsan biraz olsun düşünmez mi, arkamda bırakırsam ne yapar bu kız diye? Sevebilir mi birini yeniden, benim gözlerime baktığı gibi bakabilir mi bir başkasının gözlerine? Sarılabilir mi, kalbini verebilir mi? Kendini korkusuzca teslim edebilir mi? Ben onu sardım sarmaladım, kutuların içinde pamukların üstünde büyüttüm, ne yapar benden sonra diye hiç mi düşünmedin?
Senin bu yaptığın, vicdansızlık. Sen bencilsin. Beni bir başıma bırakıp gittin. Sözüm ona beni düşündün. Ben senden böyle bir şey ister miydim ki? Hiç mi düşünemedin asla istemeyeceğimi? Ne vardı yine kendinden önce beni düşünmekte. Bak ne oldu şimdi? Arkanda yaşayan bir ölü bıraktın. Sanki son anda yine ikimizin yerine bir karar verip, beni de götüremez miydin? Hani tatile giderken hep öyle yapardın ya. Bana hiç sormadan karar verirdin. Bilmiyor muydun sanki, seninle her yere hiç düşünmeden gelen bu küçük kız, ölüme de koşar adım gelir? Hele de fırsat varken. Ama sen bunu yapmadın. Bencillik yaptın ve beni sensizliğe, sevgisizliğe bir de katılaşmış bir kalbe mahkum ettin. Söyle sevgili memnun musun şimdi?

Şadan HERGÜNER

AZ BULUNAN ÖZEL ERKEKLER

Sayıları az olmakla beraber, var tabi kadına kadın olduğunu hissettiren, özel erkekler. Sayıları bir dolu olsa keşke. Ama ne yapalım bahtımıza çıkana katlanmak zorundayız dedikçe bu adamları yakalama şansımız azalıyor galiba. O zaman sayıları çok olmayan bu erkekleri bulmak için gözümüzü dört açacağız sevgili hanımlar. Ellerimize birer büyüteç alarak düşeceğiz yollara. Bulduk mu da yapışacağız yakasına. Valla bir kaçırırsanız elinizden, kapanı çok olur. Dikkatli olun. Ne de olsa tüm kadınlar bunların peşinde. O yüzden biraz havalı olurlar. Talep çok ya! Buldunuz mu sıkıca tutun elinizde yani kıymetini bilin diyorum.
Biz kadınlar fazla duygusalız. Aşk meşk bizim için çok önemli. Duygularımızla hareket etmeyi, aklımızla hareket etmeye yeğleriz çoğunlukla. Cefakâr yanımız ağır bastığından mıdır nedir, zor erkeklere bulaşıyoruz çoğunlukla. Neymiş, seviyormuşuz, âşıkmışız falan… Oysa bunlar karın doyurmuyor. Sana köle gibi davranan adamı sevsen ne olur? Derdini çeksen ne olur? Değerini mi bilecek? Öyleyse onlara paydos deme vakti geldi. Atın bunları hayatınızdan ve anlatacağım türden bir tane bulmak için çalışmalara başlayın hemen.
Şimdi bu erkekler genellikle eğitimli, iyi bir aile ortamından gelen, kendini geliştiren, kadına değer veren, kadın gibi ince ruha sahip, düşünceli adamlardır. İnsan kavramı onlar için önemlidir. Kadınsı yanlarıyla barışık olduklarından, kadını iyi anlarlar. Kendisine yapılmasını istemedikleri şeyleri başkasına ve özellikle kadınlara yapmazlar. Zariftirler, romantik yanları türünün diğer örneklerine oranla fazladır. Kadını toplumun içinde her yönüyle görmek isterler. Ama doğal olarak bu erkeklerle birlikte olacak kadının da kaliteli olması gerekir. Onu taşıyabilecek bir kadın olmalıdır. Tıpkı kaliteli bir kadını taşıyacak erkeğin de kaliteli olması gerektiği gibi.
Onlar iyi bir aşıktırlar. Kadına, kadın olmanın tüm ayrıcalığını yaşatmasını bilirler. Bir kadını etkilemenin yollarını bilir, pek güzel uygularlar. Çünkü onlar, günümüz eğitimli ve kaliteli kadınının gücünü, kontrolünü elinde tutmayı sevdiği kadar ait olduğu erkeğin rüzgârına kapılmak istediğini iyi bilirler. Bu erkekler kadına istediği özgürlüğü verirler, baskıcı olmazlar. Ama asla başıboş bırakmazlar. Zaten kadının istediği de budur. Üzerinde hâkimiyet kurmayacak, ruhunu okşayacak, değerini bilecek fakat her zaman kendine kol kanat gerecek bir erkek ister. Onlar, kadınların sığınacağı en emin limanlardır.
Bu tarz erkekler gözlemlerime göre genelde yakışıklı olur. Çok yakışıklı olmasalar bile bakımlıdırlar. İyi giyinirler. Zevk sahibidirler. Sıra dışı hobileri vardır. Golf oynamak, sörf yapmak gibi! Sosyal hayatları faaldir. Kültür ve sanattan anlarlar. Sinema, tiyatro alışkanlıkları vardır. Sanatçı olanları çoktur. Dernek ve kulüp üyelikleri vardır. Zengin olanları lüks yaşamı sever. Olmayanları ise iyi yaşamak için elinden geleni yapar.
Kesinlikle otur deyince oturan, kalk deyince kalkan erkekler değillerdir. Kişilik sahibi, akıllı, donanımlı adamlardır. Bir kadına kurban olacak yapıları yoktur. Ama sevdikleri kadını baş tacı edecek kadar olgundurlar. Duyarlı bir yanları vardır.
Sürpriz yapmayı, güzel hediyeler almayı, sıra dışı geziler ve tatiller planlamayı iyi bilirler. Kadının mutlu olması, kendini iyi hissetmesi onlar için önemlidir. Bir kadına istediklerini verebilme özelliğine sahip olmak, bu erkeklere kendini iyi ve önemli hissettirir.
Yoğun iş hayatları olsa bile evli olanlar ya da sevgilileriyle birlikte yaşayanlar eve geldiklerinde sofra kurmaya, salata yapmaya yardımcı olurlar. Çocuklarıyla ilgilidirler. İyi bir baba olurlar. Arkadaş ve dostlarıyla ilişkileri sağlamdır. Hayatındaki kadının arkadaşlarına her zaman saygılıdırlar.

Gelelim çapkınlık konusuna. Ne yazık ki bu erkekler çok talep gördükleri için hiç aldatmazlar diyemeyiz. Akılları kayabilir. Çok sadık olanları da vardır, olmayanları da. O yüzden dedim yazımın başında bunlardan bir tane buldunuz mu elinizde tutmayı bileceksiniz. Zaten nadir bulunan varlıklardır. Gözünüzü açmanız gerekir.
Bir erkek size kadın olduğunuzu hissettirip yaşatabiliyorsa siz de ona aynısını yapabilmelisiniz. Yoksa bu adamı uzun süre elinizde tutamayabilirsiniz. Gerçi çapkınlık yapmak, başka kadınları deneyimlemek her erkeğin yaptığı bir şey değildir ama yapanların sayısı da az değildir. Benden söylemesi. İş size kalıyor.

İinsan gibi erkeklerin, insan gibi kadınların çok olacağı bir toplum olmamızı diliyorum, tüm yüreğimle. Lütfen bu değerlerimize sahip çıkalım.


Şadan HERGÜNER

AŞK, SEN NASIL BİR ŞEYSİN?

AŞK...

Aşk için çok şey söylenmiştir. Şarkıların çoğu aşkı anlatır. Romanlar, şiirler, hikayeler, uzun yazılar yazılmıştır onun için. Kime sorsanız aşkı, dilinin döndüğünce anlatır. Çünkü herkesin bir gönül hikayesi vardır. Yani ucundan ya da derininden yaşamıştır aşkı. Kimi yeni aşıktır havalarda uçar, kimi aşkın dibine vurmuştur içi yanar. Peki, bu aşk denen duygu nasıl bir şeydir? İçimden aşkı, aşka sormak geliyor, “sen nasıl bir şeysin?” diye, ama yanıt alamayacağımı bilmiyorum. Keşke söylese, “ben şuyum, bunları yaparsan, seni hep mutlu kılarım, ama şunları yaparsan seni hep üzerim” dese. Ne güzel olurdu. Fakat böyle bir şansımız yok. Biz bulmak zorundayız onun nasıl bir şey olduğunu. Acısıyla sevinciyle yaşamalıyız onu. “Yiğidi öldür, hakkını ver” demişler. O yüzden ilk başladığında, ayağımızı yerden kesen, bizi bambaşka bir aleme götüren adeta dünyamızı tersine çeviren bir duygu olduğunu söylemek gerekir. Ha bir de, tamamen davetsiz bir konuk olduğunu söylemeliyiz. Ne zaman kapıyı çalacağı hiç belli değildir. Bir bakmışsınız kapıda bitivermiş. Size “ben geldim” diyor. Bu durumda kapıyı açıp “hoş geldin” demek mi gerekir, yoksa “aman evde olduğumu belli etmeyim, bu davetsiz misafir de nerden çıktı” demek mi gerekir? Fakat o, öyle bir şeydir ki, kapıdan kovsanız bacadan gelir. “Bu misafir başta iyidir hoştur da sonra çok canımı sıkar, beni üzer, en iyisi içeri almayım” deyip, kapıyı pencereyi sıkı sıkı kaparsınız ama bacayı tıkamaya vaktiniz olmadan o içeri sızıverir. Tıpkı size mutluluk veren ilkbahar havası gibidir önce. Derin derin solumak, içinize çekmek istersiniz. İliğiniz kemiğiniz anlatılmaz bir coşkuyla dolar. Ayaklarınız yerden kesilir, bulutların üstüne yükselirsiniz. Artık tüm kapıları, pencereleri açmışsınızdır. Bahar havası evin her yerini kaplamıştır. Mis gibi kokar. Siz de şimdi bahar sarhoşusunuzdur. Fakat bilirsiniz ilkbaharın ömrü kısadır. Ardından yakıcı yaz sıcakları gelir. Sizi yakar kavurur. Hatta pişirir. “yandım, şu havalar bir serinlese” dersiniz. Ama iş işten geçmiştir. İşte aşk aynen böyledir. Canı istediği anda çıkar gelir. Bazen kısa, bazen uzun süre kalır. Bu davetsiz misafir başına buyruktur. Ne zaman ne isteyip, yapacağı hiç belli değildir. Bir bakarsınız size dünyanın en güzel duygularını yaşatır, bir bakarsınız sizi dünyaya geldiğinize bin pişman eder. Zaman gelir onu kontrol altına almak istersiniz. “ Ben bu kadar iradesiz miyim, neden kendimi bırakıyorum, neden duygularıma sahip olamıyorum?” dersiniz. Kendinize çeki düzen vermeye çalışırsınız. Ama genellikle başaramazsınız. Çünkü o tüm bedeninize ve ruhunuza, yoğunluğunu yaşatmadan sizi özgür bırakmaz. Bir kez sizi ele geçirmeye görsün. İstediğini yapmadan asla gitmez. İnişleri çıkışları vardır. Tek düze olduğu zamanlar azdır. Monotonluk ona göre değildir. Monotonlaştığı zaman bilin ki gidicidir. Zaten çok uzun süreli bir konuk da değildir. Eğer size çok ısındıysa, iniş ve çıkışlarından sonra alışkanlığa ve sevgiye dönüşür. İşte o zaman rahatlarsınız. Çünkü sevgi, aşktan başkadır. Sevgide bağışlama vardır, hoşgörü vardır, hepsinden önemlisi merhamet vardır. Belki aşkın deli heyecanı, iç kıpırtıları, ürpertileri onda yoktur ama sevgi dingindir. Sizi daha mutlu eder. Yeter ki aşk sevgiye dönüşsün. Bir de bu dönüşümü gerçekleştiremeden gidişi var. İşte o zordur. Zaten davetsiz gelmiştir, kalbinizde başına buyruk konuk olmuştur, ne sevinçler, ne hüzünler, ne acılar yaşatmıştır. “Tam şimdi sefasını süreceğim” derken çekip gitmiştir. Arkada derin izler bırakarak. Kanatmıştır, acıtmıştır, hatta başlarda yaşadığınız güzellikleri hatırlamayacak kadar canınızı yakmıştır. Sonunda ardına bile bakmadan koşar adım gitmiştir. En zoru da bu gidiştir. Siz canla başla emek vermişsinizdir. Her şeyden sakınıp, ona gözünüz gibi bakıp, sarıp sarmalayıp büyütmüşsünüzdür. Çocuğunuz gibidir. Sanki sizi asla bırakıp gitmeyecek diye düşünmüşsünüzdür. Ama biliyorsunuz bazı çocuklar hayırsız çıkar. Yuvadan çok erken uçup, arayıp sormazlar. İşte sevgiye dönüşmeden çekip giden aşk, o çocuklar gibidir. Ondan geriye sadece hayal kırıklığı, acı ve hüzün kalır.Peki, şimdi siz ne yapacaksınız? Karalar bağlayıp, hayata mı küseceksiniz? Hüzünle biten aşkın yasını mı tutacaksınız? Yoksa “bir daha asla aşık olmayacağım” mı diyeceksiniz? Unutmayın aşk davetsiz misafirdir. “Bir daha asla” deseniz de ne zaman yeniden karşınıza çıkacağı hiç belli olmaz. Aşk ne kadar canınızı yaksa da ona sonsuza kadar kalbinizin kapısını kapalı tutamayacağınızı bilmelisiniz. Bu gerçeği kabullenmeli ve giden aşkın yasını uzun süre tutmamalısınız. Bu durumda yapılması gereken yaralarınızı bir an önce sarmaktır. Asla kendinizi bırakmayın. “Zaman en iyi ilaçtır” derler ya, çok doğrudur. Olan olmuş, giden gitmiştir. Acısıyla baş etmek de size kalmıştır. Bari bu işi yaparken iradenizi kullanın. Kendinize “zaten benim olmayı hak edecek kadar iyi değildi, kalmak istemeyip giden için ben niye üzüleyim” deyin. Sizi istemeyeni, siz niye isteyeceksiniz ki? Niye hayatınızı zehir edeceksiniz? Yaralarınızı sarmak için önce aklınızı başınıza toplayın, sonra hayata sıkıca sarılın. Acılarınızı dinmesi için zamana bırakın.Bence aşk böyle bir şey. Siz yazdıklarıma ne kadar katılırsınız bilemiyorum ama ben aşka bu gözle bakıyorum. Bana göre hayat farklı sınavlarla doludur. Aşk, bu sınavlardan biridir. Ya kazanırsınız, ya kaybedersiniz. Ama her kayıptan bir ders çıkarırsanız başka sınavlarda kaybetme olasılığınız azalır. Bunu bir dost tavsiyesi olarak kabul edin ve hayatın sınavlarla dolu olduğunu hatırlayın. Sevgiye dönüşen nice aşklar diliyorum, tüm isteyenlere.

Şadan HERGÜNER

CANIM ANNEME

ÇOK ÖZLÜYORUM AMA YOKSUN


Dünyadaki en değerli varlığımdın. Değerini ne kadar bildim, bilemiyorum. Gerçi hep bana “ bu dünyada en memnum olduğum insan, beni en az üzen insan, sensin” derdin. Ama ben yine de emin olamıyorum. Kendimi hep suçluyorum. Üstelik kendimi suçlu gördüğüm olayları sana da soramıyorum. Çünkü yoksun. Çok uzaklardasın. Sana sesimi duyuramıyorum. Sesleniyorum, sesleniyorum fakat yanıt alamıyorum. Gözlerimi kapatıyorum, seni hayal ediyorum sonra dokunmak için ellerimi uzatıyorum ama tutamıyorum. Sensiz olmanın, senden çok uzaklarda olmanın ne kadar zor olduğunu acaba sen de hissediyor musun? Merak ediyorum. Biliyor musun, her sabah yeni güne uyanırken, “yok işte yok, oysa nasıl özledim” diye kalkıyorum yatağımdan. Sonra diyorum ki, “bu gece de rüyamda göremedim, bir kez sarılıp, öpemedim.” İki yıldır aynı düşünce ve duyguyla yeni güne uyanmak ne kadar zor, bilmem tahmin edebiliyor musun? Evet, tam iki yıl oldu sen beni bırakıp gideli. Hem de doğru düzgün bir veda bile etmeden. Ama işte insan bilemiyor ki böyle bir ayrılığın ne zaman yaşanacağını. Aslında senin de suçun yok. Çok ani oldu. Gidişinin bu kadar çabuk olacağını bilseydin söylerdin bana. Uzun uzun vedalaşırdık. Sana son bir kez sarılıp doyasıya öperdim. Son bir şeyler daha konuşurduk. Sorardım sana, “bana verdiğin eşsiz sevgine, sonsuz hoşgörüne, muhteşem anlayışına layık olabildim mi” diye? Ama soramadım, “güle güle git, seni çok seviyorum, yanına gelene kadar hep yüreğimde ve aklımda olacaksın” bile diyemedim. O kadar zor ki, başım sıkıştığında seninle oturup konuşamamak. Çözemediğim sorunlarım için gelip sana danışamamak. “Ne olur bana yardım et, bir akıl ver” diyememek. Biliyor musun, ilk zamanlar elim hep telefona gidiyordu, seni aramak için? Ya da “bu güzel olayı ona da haber vereyim” diyordum. Sonra hemen aklım başıma geliyordu. Nasıl arayacak, nasıl söyleyecektim? Gittiğin yerde telefon yoktu ki. Seni düşünmediğim, özlemediğim, acını içimde hissetmediğim bir anım olmadı. İlk 7–8 ay gece gündüz, yolda, arabada, işte, evde hep ağladım. Sonra gözlerimdeki yaşlar kurudu. Daha az ağlar oldum ama acım artarak büyüdü. Ulaşamamak, dokunamamak, konuşamamak, bitmeyen bir hasretle özlemek o kadar zor ki. Ani gidişine alışmasına alıştım da içimde ki acıya, büyüyen özlemine söz geçiremiyorum. Oysa hep, “bir gün beni bırakır giderse ben ne yaparım” diye düşünürdüm. Kendimce taktikler bulmaya çalışırdım, bu ayrılığı kolaylaştıracak. Sonra hemen bu düşünceyi aklımdan kovar, “hayır daha vakit var, düşünme bunları” derdim. Sanki hiç gitmeyeceksin gibi gelirdi bana. Öyle ya, kaç yaşında olursam olayım ben senin küçücük kızındım. İnsan hiç küçük kızını bırakır da ansızın gider miydi? İşte böyle avuturdum kendimi. İçimi rahatlatır, düşünmemeye çalışırdım. Ama yaşam gerçeği farklı. O hiç gelmesini istemediğin zorunlu ayrılık bir bakıyorsun kapının önünde belirivermiş. Tıpkı o kara günün sabahındaki gibi. Sen hazırlıklı mısın, değil misin sormuyor bile. Canım annem, nerden bilecektim o hastane odasında geçirdiğimiz 4–5 günün son günlerimiz olduğunu? Nerden bilecektim seni o hastane odasına yatırmadan önce evimde uyuduğun gecenin son gece olacağını, sabahında beni radyoda dinlerken, son kez dinleyip “bülbül sesli kızım benim Allah seni nazarlardan korusun” diyeceğini? Nerden bilecektim, gidişinden bir gece önce gördüğüm rüyanın gerçekleşeceğini? Bilsem, o son geceyi senden ayrı geçirir miydim? Oysa o akşam nasıl zor ayrılmıştım yanından. Beni sen gönderdin, “yarın sabah yayına gideceksin güzel kızım şimdi git, bak baban burada, yarın programdan sonra yine gelirsin, işinin kıymetini bil” dedin. Ama o sabah program yapmamın bana kısmet olmayacağını nerden bilecektin ki? Yanından ayrıldıktan 5–6 saat sonra bilincini kaybedip çok kötüleşeceğini nerden bilecektin? Sonra babamın beni korumak adına, göreceklerime dayanamayacağım için, defalarca ettiğim telefonlarda “şimdi daha iyi kızım ben yanındayım korkma” deyip, sabah da gelip beni alarak sana getireceğini nerden bilecektin? İkimiz de bilemedik canım anneciğim, gideceğini ikimizde bilemedik. En çok neye yanıyorum biliyor musun? O sabah, yattığın odanın kapısında bir saat boyunca bekleyip, son nefesini verirken beni içeriye almamalarına yanıyorum. Biliyorum, sen gitmek için sanki beni beklemiştin. Ben ordaydım ama aramızda bir kapı vardı. Kapının ardında sen önündeyse ben. Bazen aralık kalan kapıdan içeri bakmak, hızlı hızlı aldığın solukları görmek nasıl korkunçtu anlatamam. Bu durumda bile hala iyileşeceğine inanıyordum. Ölümü aklıma getirmiyordum. “Bitecek şimdi acısı, iyileşecek, bana dönecek” diyordum. Ama dönmedin, vedalaşamadan gittin anne. Beni böyle öksüz bırakıp gittin. Çok ağladım, çok yandım, çok sıktım kendimi ama hiç bağırmadım. Çünkü senin gibi zarif, kibar, narin bir insanın arkasından haykırmak, bağırıp çağırmak yakışmazdı. Ama sanma ki tek başıma kaldığım zamanlarda krizlere girmediğimi. Çok zor oldu ilk bir yıl. Çok sancılı çok acılı geçti. Çünkü yokluğuna alışamadım. Canım annem sen gideli şimdi iki yıl oldu ama ben yokluğuna yine alışamadım. Bu yazıyı daha önce yazmak istemiş ama yapamamıştım. Kısmet bu güneymiş. Yokluğunun ikinci yıl dönümüne. Bu satırları yazmak gerçekten zor. İçim kan ağlıyor. Hem yazmak hem yarıda bırakmak istiyorum. Sonra kendime, “annen için yazmak zorundasın, dök artık içindekileri” diyorum ve yazıyorum. Sen gittiğinden beri, elinden en çok sevdiği oyuncağı alınmış küçük bir çocuk gibiyim. Hiçbir şey eskisi gibi canımı yakmıyor. İçimde tek bir acı var o da yokluğun. Ne zaman bir anneyle kızını yan yana görsem isyan edesim geliyor. Bakmaya bile katlanamıyorum. Bana zamanla bu acının azalacağını, alışacağımı söylediler. Fakat dedikleri gibi olmadı. Çünkü yokluğunun getirdiği özlem git gide büyüdü. Doğruyu söylemek gerekirse bir şeye alıştım. Senin acınla yaşamaya alıştım. Şimdi beni en mutlu eden şey sık sık kabrine gelmek. Bir bilsen nasıl hazırlanıyorum sana gelirken. Senin parfümünü sürüyorum sanki kokuyu duyacakmışsın gibi. Sonra sana ait bir eşya oluyor üzerimde belki görürsün diye. Ruhlar en çok kabirlerinin başında olurlarmış diye okumuştum bir yerlerde. İşte bu yüzden sana gelirken, senden bir şeyler olsun istiyorum üzerimde. Seninle konuşacaklarımı önceden hazırlıyorum ve bir bir anlatıyorum sana. Uzun dualar ediyorum kabrinde. Ardından hıçkırarak ağlıyorum. Sonunda da hep şunu söylüyorum, “Bilemedim anneciğim ben senin değerini bilemedim. Sen bana Allah’ın en büyük lütfuydun ama ben bunu bilemedim”. Sen bana, ne kadar iyi evlat olduğumu söylesen de, ben senin değerini yeterince bilemedim. Hayatımın hiçbir dönemini senden uzak geçirmemem gerekirdi ama ben bunu beceremedim. Şimdi senden ayrı geçen her günüme lanet ediyorum. O yüzden tüm arkadaşlarıma, “annenizin değerini, anne sevgisinin önemini iyi bilin” diyorum.Canım annem, her aklıma gelişinde yüreğim acıyor, burnumun direği sızlıyor ve içim yanıyor. Seni çok özlüyorum, ama neye yarar, artık yoksun!Bekle beni, yanına gelinceye, ebedi hayatta kavuşuncaya kadar bekle. Anneciğim seni çok seviyorum, gittiğin yerde huzur içinde ol.

Şadan Hergüner

İÇSEL VE ZİHİNSEL GELİŞİM

Kaliteli, Mutlu ve Huzurlu bir hayat için içinizdeki büyük gücü uyandırın.

Günümüz yaşamında son yıllarda Kişisel Gelişimin ne denli önemli olduğunu artık hepimiz biliyoruz. İş hayatı, özel hayat ve sosyal hayatta kendimizi ne kadar geliştirir ve içsel gücümüzün farkına varabilirsek, o kadar başarılı oluyoruz. Çünkü Kişisel Gelişim, hayatta varmak istediğimiz hedeflerin sınırlarını zorlamamız için bize gereken güven ve desteği veriyor, kendimizi daha yakından tanımamızı sağlıyor. İçsel ve ruhsal gelişim ise, içimizdeki gücü fark etmemizi, bilincimizi ve manevi gücümüzü daha üst seviyelere taşımamızı ve hayatımıza egemen olmamızı sağlıyor. Yani bu iki gelişim birbirini tamamlıyor.

İçsel ve Zihinsel Gelişimin Hayatımıza Katkısı

İçsel gelişim eğitimi, bugüne kadar yaptıklarınızı bir kenara bırakıp, bundan sonra neler yapacağınızı ve hayatınızı nasıl yaşamanız gerektiğinizi anlamanızı sağlıyor. Yaşadıklarınızın yanlış olduğunu düşünmeden, hatalarınızın altında ezilip üzülmeden, hepsinin yaşanması ve ders alınması gereken birer deneyim olduğunu anlayıp, onları bir kez daha tekrarlamadan hayatınıza devam etmenizi sağlayan ve size yeni bir başlangıç olanağı veren, yepyeni bir anlayış sunuyor. Yeter ki içinizdeki manevi güce, olumlu düşünmenin mucizesine ve zihninize inanın. Gerisi zaten kendiliğinden geliyor.

Hepimiz dünyaya benzersiz katkılarda bulunmak için geliyoruz. Hepimizin bir yeteneği, kapısının açılmasını bekleyen bir dehası var. Hepimiz farklı yaratılmışız. Önemli olan bu farklılığımızın farkına varabilmek ve onu ortaya çıkarabilmek. Bunun için de hayatımızın kontrolünü elimize almamız gerekir. İşte içsel ve zihinsel gelişim eğitimi bunu yapmamızı sağlar. “Hayatımın kontrolünü nasıl bir anda elime alabilirim? Fark yaratacak, kendime ve başkalarına katkı sağlayacak şeyi nasıl bugün yapabilirim? Nasıl gelişebilirim, nasıl öğrenebilirim, nasıl büyüyebilirim, bu bilgileri nasıl edinip, anlamlı ve zevkli bir biçimde paylaşabilirim?

Rüyalarımızı gerçeğe çevirmek için ihtiyaç duyduğumuz kaynakların, bizim uyanıp doğal hakkımızı almamızı bekler durumda olduğunu bilmeliyiz ve inanmalıyız.
O halde gelin, içsel ve zihinsel gelişim eğitimiyle kendi tarihinizdeki kendi miladınızı hemen belirleyin. Bilin ki, içinizdeki gücün bağlarını çözmek sizin elinizde.

Şadan HERGÜNER
İletişim ve İçsel Gelişim Danışmanı
A tipi grip, yani domuz gribi yayılmaya ve can almaya devam ediyor. Ülkemizde bu hastalıktan dolayı ölenlerin sayısı 30 oldu. Hastaneler ise bu hastalık endişesiyle dolup taşıyor. A tipi grip izdihamı yaşanıyor. Doktor sayısı az, hasta sayısı çok. Kısacası tam bir karmaşa yaşanıyor. Vatandaşlar helak oluyor. Küçük çocuklar hastane kuyruklarında. Anne ve babalar ise isyanlarda. Aşı krizi, ayrı bir sorun. Ben bu konuda uzun uzun bir şeyler yazmayacağım. Nasıl olsa hepimiz bir şekilde olayın içindeyiz.

Ben, bağışıklık sistemimizi güçlendirecek bazı bilgileri sizlere aktarmak istiyorum. Çünkü A tipi ve diğer griplere karşı almamız gereken en önemli tedbir bağışıklık sistemini güçlendirmek. Bunun için A, C ve D vitamini takviyesi kesinlikle gerekiyor. Yiyeceklerden yeterince alınamıyorsa, bu vitaminlerin hiç olmazsa kış döneminde ilaç olarak alması gerekiyor. Koyu kırmızı ve koyu yeşil renkteki meyve ve sebzeleri bol tüketin. Tabi mandalina, portakal ve kiviyi tüketmeyi de unutmayın. Maydanoz da yüksek oranda C vitamini içermektedir. Salata ve sabah kahvaltılarınızda bolca yiyebilirsiniz.

Şimdi size çok basit ama çok etkili bir doğal ilaç tarifi vermek istiyorum. Bu, bağışıklık sistemini güçlendiren bir karışım. Ben her kış bunu kendime uyguluyor ve çok da faydasını görüyorum. Karışımın içeriğini BAL ve ÇÖREKOTU oluşturuyor. Hazırladığım bu karışımdan her sabah bir tatlı kaşığı yutuyorum.
Kendinize bir ölçek belirleyin, 3 ölçek bala bir ölçek çörekotunu katıp iyice karıştırın. Her sabah bunu bir tatlı kaşığı olarak tüketin. Kesinlikle faydasını göreceksin. Özellikle çocuklarınıza da verin.

Güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olanların gripten çok korkmaları gerekmiyor. Bu şekilde hastalıkları yenmek daha kolay oluyor. Sağlıklı bir yaşam dileklerimle.

Şadan HERGÜNER

DERT ORTAĞI

Sevgili okurlarım, sizlerle daha aktif bir iletişim kurmak istiyorum. Blogumda bir Dert Ortağı bölümü oluşturma arzusundayım. Bildiğiniz gibi ben İletişim Uzmanı ve Danışmanıyım. İçsel ve zihinsel gelişim ise benim en öncelikli ilgi ve bilgi alanım. Bu alandaki paylaşımlarımı buradan yazarak yaptığım gibi bir de sizlerden gelecek soruları yanıtlayarak da yapmak istiyorum. Bir dost, bir arkadaş gibi. Özellikle iletişim kurma problemlerinizde ve özel ilişkilerinize yönelik sorunlarınızda. Dilerseniz buradan, yorumlarla bana soru sorabilir ya da direk mail adresime sorunuzu gönderebilirsiniz.
Yeni Dert Ortağınız olarak sorularınızı bekliyorum. SAĞLIKLI paylaşımlar için, FAYDALI olabilmek için.

sadanherguner@gmail.com

AFFETMEYİ BİLİYOR MUSUNUZ?

Affetmek… Kimilerine göre imkânsız. Kimilerine göre yapılması gereken ama bir türlü yapılamayan. Kimilerine göre de kolay bir iş. Tüm öğretilerin özünde vardır affetmek. Yalnız bağışlamak çok kolay değildir. Zor iştir. Ama eğer başarılırsa dünyanın en keyifli işidir. Çünkü sonunda yaşanan iç rahatlığı ve huzur bambaşkadır.
Şimdi bir düşünün. Affetmek için önce ne olması gerekiyor? Sizi üzen, kıran, can yakan bir şeylerin yaşanması gerekiyor. Öfkeyle dolacağınız, hırslanacağınız, öç alma duygusunu duyacağınız olayların meydana gelmesi gerekiyor. Yani önce epeyce canınız yanıyor, içiniz acıyor.
Acıyla kıvrandığınız olaylar yaşadığınızda öç alma isteği artıyor. Hayal kırıklığı ise nefret duygusunu tetikliyor. Kendinizi haklı gördüğünüz olayda başınıza gelenler, içinizde başka bir duygunun doğmasına yol açıyor. Bu duygunun adı, kin! Kininiz içinizi kemiriyor. İçiniz içinize sığmıyor. Size bunları yaşatanı parçalamak istiyorsunuz. Onun da canının yanmasını, acı çekmesini istiyorsunuz. Durum böyle olunca affetmek kolay olmuyor.
Peki, affetmeyip bu duygularla yaşamaya devam ettiğimizde neler oluyor? Gelin önce buna bir bakalım. İçi kinle, nefretle dolan bir insan önce sağlığını yitirmeye başlıyor. Negatif duygular yükleniyor. Sürekli olumsuz şeyler düşünüyor. Pek çok negatif varsayım üretiyor. Öç alma hırsı artıkça ruhu bir cenderenin içinde sıkışıyor. Bir bedel ödetmek için planlar yapıyor. Zamanının çoğunu bu işleri düşünmekle geçiriyor. Yani hayatındaki diğer güzellikleri görmek yerine sürekli olumsuz duygular içinde sıkışıp kalıyor. Kısacası negatif enerjiyle doluyor. Buysa hem fiziksel hem ruhsal hastalıklara davetiye çıkarıyor.
Oysa olumlu düşünmenin, hayata pozitif yönünden bakmanın sağlıklı olmak için ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. Bu bilimsel olarak kanıtlanmış bir gerçek. Amerika’da yapılan bir araştırmada affetmeyi öğrenenlerin, fiziksel olarak daha az acı çektikleri belirlenmiş. Stresten kaynaklanan sırt ağrısı, uykusuzluk ve mide ağrısı önemli ölçüde azalmış. O halde niye bu kin ve nefret duygusuyla yaşayıp hayatımızı, sağlığımızı bozalım. Bozmayalım ve affetmeyi öğrenelim.
Affetmeyi öğrenmek, ruhsal ve fiziksel sağlığınızı iyileştirmek, yaşamınızı geliştirmek için çok önemlidir. Affettiğiniz zaman önce kendinizi özgürleştirirsiniz. Ruhunuzu sıkan o baskıdan kurtulursunuz. Kendinizi hafiflemiş hissedersiniz. Sanki omuzlarınızdan gereksiz bir yük kalkmış olur. Tansiyonunuz, kalp atışlarınız, uykularınız düzene girer. Gözünüzün önünde olan, daha önce fark edemediğiniz güzellikleri görmeye başlarsınız. Çünkü artık negatif duygulardan arınmışsınızdır. Affetmeyi bir kez başarıp kendinize ilke edindikten sonra hayatınızın değiştiğini görmeye başlarsınız. Siz artık pozitif bir insansınızdır. Ağaçlara, insanlara, çiçeklere, çevrenize başka bir gözle bakarsınız. Kurduğunuz iletişimler farklılaşır. Bağışlamanın inanılmaz hafifliği ruhunuzu ve kalbinizi yumuşacık yapar.
Sonra işin şu yanını da düşünün. Yaşam kolay değil. Zorluklarla dolu. Güçlüklerle savaşırken çeşitli haksızlıklarla karşılaşıyoruz. Yani canımızı yakan olaylar ve insanlarla hep karşılaşmak zorundayız. Bu durumda her acı veren, üzen, kıran, kızdıran olaya kinlenir, hırslanır ve nefretle dolarsak, üstelik bunların öçlerini almaya çalışarak yaşarsak nasıl mutlu olabiliriz? Nasıl sağlıklı kalıp, hayatın tadına varabiliriz?
Bağışlamanın çok kolay olduğunu söylemiyorum. Zor iştir. Kocaman bir yürek ister. Üstelik o yüreğin de sevgi dolu olması gerekir ki bağışlayabilsin. Ama bir kez affetmeyi başarırsanız ve devamını getirirseniz işte o zaman duyacağınız hafiflik ve yücelik duygusu sizi bambaşka bir insan yapacaktır.
Bu güne kadar hiç yapamadınızsa, en azından bir deneyin. Bir de başarırsanız, inanın size çok iyi gelecektir.
ŞADAN HERGÜNER

DOSTLARIMA VE OKUYUCULARIMA MERHABA

Sıcacık bir merhabayla yeniden beraberiz. Bir süredir yeni yazılar ekleyememiştim bloguma. Ama bundan sonra daha aktif olarak sizlerle olacağım. Hayatıma yeni bir düzen verdiğim, yerleşim alanımı değiştirdiğim için blogumu ihmal etmiştik. Şimdi artık paylaşma zamanı. Hep derim ya, ne paylaşırsan başkalarıyla onlar sana kat ve kat olarak geri döner.
SEVGİLERİMLE.
ŞADAN HERGÜNER
 
Gezergen Tasarım by Gezergen Blog